Yoğun bir günün ardından koltuğa oturduğunda “Bakalım bugün neler kaçırdım?” hissiyle sosyal medyayı kontrol ediyor musun? Ya da telefonundan veya bilgisayarından sadece birkaç saat uzak kalmak, gelişmeleri kaçırdığını düşündürerek huzursuz mu hissettiriyor? Seni suçlayamayız çünkü hiçbirimiz bu hislerin bir adım bile uzağında değiliz. Bilgiye erişimin arttığı ve gündemin tüm çerçeveleriyle önümüze sunulduğu bir çağda gerçekten bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Doğru bilgi şartlar sağlanırsa yalnızca bir adım uzağımızda.
İnternetle temasa geçtiğimiz her an sonsuz bir bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz. Eskiden gazete okuyarak, ajans izleyerek veya radyo dinleyerek erişilebilen gündem yumağı şimdilerde istesek de istemesek de önümüze düşüyor. Hatta bu fazla maruz kalma hissi yaşadığımız zamanın en büyük hastalıklarından biri olan stres ve anksiyeteyi körüklüyor. İstediğimiz an erişebilme hissi bir noktada rahatlatıcı olsa da, o “anlar” pek de bizim seçimimizde olmuyor.
Tweetler, postlar, retweetler, videolar derken bu paylaşım yoğunluğunda bilgileri sıralamak ve hangisinin gerçek hangisinin sahte olduğuna hızla karar verme sorumluluğu bireysel olarak omuzlarımıza yükleniyor. İnternette yayılan yanlış bir bilgi için kimi suçlarsın? Bilgiyi ilk yayan kişiyi mi, bir doğruluk süzgecinden geçirmekten aciz algoritmaları mı, yoksa kendini mi?
Araştırmalara göre asıl suçlu bizleriz
Twitter’daki haber akışını inceleyen bir araştırmaya göre bilgi dezenformasyonunun asıl suçlusu insanlar. İnsanların yanlış haberleri tercih etme eğiliminden doğan bu çıkarım, maruz kaldığımız bilginin kalitesini gün geçtikçe düşürüyor. Her gün yeni sahte haberler pazara çıkıyor ve inanan kitle genişledikçe peşinden gelenlere de ortam hazırlamış oluyor. Böylece her gün yanlış bilginin yaratabileceği kitlesel kriz anlarına daha yakın hale geliyoruz.
Sahte ve gerçek bilgi arasındaki farkın en çok kaybolduğu zamanlardan biri olarak pandemi sürecini gösterebiliriz. Milyonlarca insan tedavi ve aşı hakkında yayılan yalan yanlış gönderilerin akabinde aşı olmayı reddetmişti. Bunun yanı sıra manipüle edilen vaka sayıları ve ölüm oranları toplumu bazen gereksiz bir rehavete bazen de yersiz bir panik haline sürüklemişti. Pandemi krizinde bazılarımız Covid-19 hasarı alırken neredeyse hepimizin ikiye katlanmış bir stres oranıyla bu süreçten çıktığını söyleyebiliriz. Öyle ya da böyle yanlış bilginin yayılmasında hepimizin payı var, dalga geçmek için sahte bir tweeti alıntılamak bile onu kendi ağımızın önüne düşürmek anlamına geliyor. Fakat bugün bir anne çocuğuna aşı yaptırmak için Google’ın “güvenli kollarına” başvuruyorsa, işin bizim sorumluluğumuzdan çok daha ciddi bir yere doğru gittiğinin de farkında olmamız gerekiyor.
Bırakalım algoritmalar karar versin
Yanlış bilgi krizinde teknoloji şirketlerinin üzerindeki baskı gün geçtikçe artıyor. Üstüne deepfake gibi teknolojilerin ortaya çıkması hem bu baskıyı hem de gerekçelerini destekliyor. En yakın olayı hatırlarsan Ukrayna Başkanı Zelenski’nin teslim olma çağrısı gündeme bomba gibi düşmüştü. Deepfake ile oluşturulan sahte video her ne kadar kısa sürede tespit edilse de, amatör bir videonun bile kitleler üzerinde yaratabileceği paniği hayal etmek korkunç.
İfade özgürlüğünün hakim olduğu yerlerde bile çevrim içi platformlarda yalan veya gerçek arasındaki farkı kimin belirleyeceği konusu muallakta kalıyor. Linç kültürünün yaygınlaştığı ve ifade özgürlüğü kavramının genişleyerek fikri olan herkesi kapsayacak bir hale geldiği medya ortamında dinamikleri belirlemek bir hayli zor. Şöyle ki herhangi bir fikrinden dolayı komplo teorisyeni olarak etiketlenebilirsin ve içeriklerinin kaldırılması belirli bir kesimi memnun edebilir. Ancak sansüre karşı çıkan ve fikrine saygı duymasa da maruz kaldığın muameleyi eleştiren bir kitle de mutlaka olacaktır. Bu nedenle insanların aynı fikirde olmadığı bir dünyada, makinelere doğruyu veya yanlışı ayırt etmeyi öğretmek pek de mümkün değil.
Yine de yıkıcı teknolojilerin toplumsal hayatımız üzerindeki olumlu etkilerini göz ardı etmiyoruz. Örneğin yapay zekâ destekli Knowhere platformu, bir konuya dair internetteki tüm haberleri tarayarak ortaya taraflardan arınmış saf habercilik ürünleri çıkarıyor. Neyin doğru olduğunu kimin söyleyeceğine, daha doğrusu doğruyu belirlemenin oynak sınırlara sahip olduğu suni bir medya ortamında gerçeğin tek takipçisi olarak kendimizi gördüğümüz o noktaya geri dönüyoruz.
Medya okuryazarlığı
Okumak, her zaman okumak değildir. Bu metaforun altını medya okuryazarlığının dinamiklerini göz önünde bulundurarak doldurabiliriz. Bir haberi okumaktan çok şüpheyle yaklaşma ve yargılama süreçlerini merkeze alan medya okuryazarlığı, yanlış bilginin önüne geçme savaşında en büyük silahımız. Medyada yer alan bir haberi gördüğümüzde WhatsApp veya DM kutusu üzerinden iletmek yerine önce bir eleme testine tabi tutabiliyorsak, kendimizi medya okuryazarı olarak tanımlayabiliriz.
Bu ihtiyacın farkında olan Finlandiya hükûmeti kapsamlı medya okuryazarlığı eğitimini anaokulundan itibaren müfredata dahil ediyor. Eleştirel düşünce gücünü artırmaya yönelik verilen bu eğitimler, çevrim içi medya takibi sürecini daha sağlıklı bir hale getirerek olası kitlesel krizlerin önüne geçiyor. Hoş, doğruluğundan emin olmadığımız bir haberi çevremizle paylaşarak gereksiz panik ve manipülasyon yaratmak istemeyiz.
Open Society Institute tarafından 2019 yılında yapılan Avrupa Medya Okuryazarlığı indeksinde Finlandiya haklı çabalarının ışığında en yüksek orana sahip olurken, Türkiye 35 ülke arasında 34. olarak yerini almıştı. Ülkemizde medya okuryazarlığı kavramının yeni yeni oturması ve dinamik gündemi nedeniyle manipülasyonlara açık olması, bu konumun haklılık payını destekler ölçüde.
Medya okuryazarlığının önündeki en büyük bahane ne yazık ki modern hayatın akış hızı olarak gösteriliyor. E-posta kutumuza düşen büyük başlıklar, 280 karaktere sığdırmak için önemli ölçüde kesilen ilgi çekici tweetler, çevrim içi gazetelerin büyük puntolu başlıkları derken “scan etmek” hepimiz için bir hayat tarzı haline geldi. Bölümün başında “Okumak, her zaman okumak değildir” demiştik ve biz artık anlamak için değil sadece aşina olmak için okuyoruz. Kolay bilgi ve cevaba erişmenin dayanılmaz çekiciliği, eleştirel düşüncenin önündeki en büyük engel.
Elden ne gelir?
Söz konusu insan olduğunda daima bir çıkar yol vardır. Öncelikle eleştirel düşüncenin sadece yabancı olduğumuz kaynaklara değil, güven duyduğumuz ve sürekli takip ettiğimiz sitelere, hesaplara ve isimlere de uygulanması gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Bir şey tanıdıksa onun güvenli ve iyi olduğuna inanma eğilimimiz, doğruya erişme yolundaki tüm adımlarımızı baştan boşa çıkarabilir. Bu nedenle tarafsız bir düşünce ortamına erişmek için ilk adımımız şüphecilik. Yazımızın sonuna gelirken kısa bir senaryonun akabinde birkaç basit adımla nasıl bilgi dezenformasyonundan kaçınabiliriz bakalım.
WhatsApp’ta yanlış bilginin yayılma hızına en çok aile ve arkadaş gruplarında maruz kalıyoruz. Diyelim ki amcan kansere kesin bir tedavi bulunduğuna dair bir haberi aile grubunuzla paylaştı. Yalan olduğunu az çok tahmin ediyorsun fakat bilginin doğruluğunu nasıl teyit edeceğine dair hangi adımları izleyeceğini tam kestiremiyorsun. Güvenilir bir bilginin niteliklerini göz önünde bulundurarak eleştirini gerçekleştirebilirsin:
- Güvenilir bilgi, bilginin kendisinden sorumlu olacak alanında uzman en az bir kişiyle ilişkilendirilmelidir.
- Güvenilir bilgi, kendisiyle bağlantılı bir araştırma veya bir internet sitesine yönlendirme sağlayacak yönlendirmeler içermelidir.
- İlk bilginin kaynağına ulaşmak, güvenilir bilgiye erişimde oldukça işlevsel bir yoldur.
Tabii yine kolaycılığı tercih etmek isteyenler ya da bu adımları verimli bir şekilde gerçekleştirebileceğinden emin olmayanlar için çeşitli haber doğrulama platformları mevcut. Medya okuryazarlığı ve eleştirel düşünceyi yaymak adına faaliyet gösteren teyit.org, Malumatfuruş, Doğruluk Payı gibi platformlar tüm bu adımları irdeleyerek gerçek ve sahte arasındaki farkı takipçileriyle paylaşıyor. Haber teyit platformları medya okuryazarlığı oranı yüksek bir toplum olma idealimizde bize ilham verirken bilgi dezenformasyonunun da önüne geçmek için çalışıyor. Unutmamak gerek, “Tarih bize gösteriyor ki en demokratik toplumlar her zaman en doğru bilgiyi alma eğiliminde olan toplumlar olmuştur.”