Yüzyıllardır insanlık olarak daha çok üreterek gelirimizi artırmaya çalışıyoruz. Bu amaçla yeni sistemler, ürünler ve cihazlar geliştirip icat ediyoruz. Bunların hiçbiri kusursuz değil, her birinin olumlu ve olumsuz etkilerini yaşayarak görüyoruz.
1920’lerden Bugüne Seri Üretim
Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, Ford Motor Company’nin kurucusu Henry Ford üretimi artırmaya dair ideallerini şöyle ifade etmişti:
“.. Bir otomobil yapacağım…
Fiyatı o kadar düşük olacak ki, iyi bir ücret alan her Amerikalı sahip olabilecek ve Tanrı’nın yarattığı doğada ailesiyle birlikte güzel saatler geçirebilecek.”
Ford, bu amaçla “üretim bandı” sistemini geliştirerek Fordist üretim sisteminin temellerini attı. Vasıfsız işçilerin bir üretim bandında yalnızca vida sıkmak gibi küçük işleri yaptığı ve ürünün tamamından habersiz olduğu bu sistem, birkaç yıl içinde Ford Company’nin üretimini inanılmaz bir şekilde artırdı. Ancak bu devrimsel gelişim bile mükemmel değildi. Seri üretim bandında çalışan işçiler çalıştıkları işletmeye bir aidiyet hissedemedi ve motivasyon eksikliği yaşadı. Bu, uzun vadede verimin ve dolayısıyla üretim hızının düşmesiyle sonuçlandı. Buna çözüm olarak üretim hacmini değil verimi artırmayı ve israfı azaltmayı önceleyen Toyota Üretim Sistemi Japon endüstri mühendisleri Taiichi Ohno ve Eiji Toyoda tarafından geliştrildi.
Üretimi ve verimi müthiş seviyelere çıkaran bu gelişmelere rağmen dünyamız maliyetlerden kaçamadı. İnsanlar halen gelir eşitsizliği ve işçi hakları gibi sorunlarla boğuşuyor. [tooltip tip=”Organizasyon; mikroekonomi, makroekonomi, istatistik ve pazarlama gibi ekonomi disiplinini ilgilendiren bir alt alan. Bu alanda çalışan bilim insanları organizasyon yapılarını geliştirmeye, daha verimli ve üretken organizasyon şablonları çıkarmaya uğraşıyorlar.”]Organizasyon[/tooltip] alanında çalışan iş insanları ve akademisyenler olanca ilerlemesine rağmen sorunlardan kurtulamayan modellere çözümler ve alternatifler sunmaya çalışıyor.
Dönemin Ford fabrikasında uygulanan sistemin görüntüleri
1900’lerin başından bu yana büyük değişimler ve gelişimler yaşadığımızı görmemek imkânsız. Bunlardan biri olan yapay zekâ, üretim hacmini üretim bandından çok daha büyük oranda artırmaya aday bir teknoloji. Hayal bile edemediğimiz üretim seviyelerine bu teknoloji sayesinde ulaşabiliriz ancak beraberinde gelen korkuyu hepimiz biliyoruz. Robotlar bizi işsiz mi bırakacak?
Bu korku hiç de yersiz değil. Robotlar şimdiden gıda, sağlık ve güvenlik alanlarında yer almaya başladı. Tıpkı Fordizm gibi bu değişimler de üretimi daha fazla artırmak, standart sağlamak ve harcadığımız eforu düşürmek gibi eşsiz avantajlarının yanında bazı olumsuz taraflara sahip. Doğal olarak, bir iş gücü değişimi yaşanması ve insanların yerine vasıfsız iş gücünün bulunduğu alanlarda robotların daha çok çalışmaya başlaması muhtemel. Bu kazandığımız kolaylığın, artan verimin bize yansıyan bir bedeli. Bu endişenin diğer ihtimali, yani madalyonun öteki yüzü var. Eğer robotlar işlerimizi elimizden almazsa her şey daha mı güzel olacak?
Yapay Zekânın Olmadığı Bir Gelecek
Her vazgeçiş, bir maliyete sahiptir. Yapay zekâ ve robotların katkısından vazgeçişimiz de bir istisna değil. PwC 2017 senesindeki raporunda yapay zekânın 2030’da dünya ekonomisine 15.7 trilyon dolar katkı yapmasını öngörmüştü. Dünya Bankası verilerine göre 2019 yılında tüm dünyada GSYH 87.7 trilyon dolar. Bu iki veri göz önüne alındığında, yapay zekânın katkısından vazgeçmek dünyanın neredeyse beşte bir oranında fakirleşmesi demek. Bu oranın pandemi ile yaygınlaşan uzaktan iş ve eğitim tercihleri ile artması dünyadaki genel daralma sebebiyle azalması da mümkün. Her iki durum da kenara atılacak bir ihtimal olmaktan çok uzak.
The Economist dergisi 2019 senesinde yayınladığı bir yazıda robotların 2030’a kadar işlerimizi neden elimizden alamayacağını ve bunun sonuçlarını analiz etmiş. Dergi, o tarihte yapay zekâ kullanımının yaygın olmayacağını öngörmüş. Bunun sebebi olarak bu teknolojinin beklediğimiz kadar hızlı gelişmemesi nedeniyle kullanım pahalılığı olarak belirtilmiş.
Fordist üretim modelinde sayıca fazla işçiye ihtiyaç duyuluyor. Avrupa’da bu ihtiyacı yaşlanan nüfustan dolayı 50 yaş üstü vasıfsız işçiler ağırlıklı olarak karşılıyor. Yapay zekânın otomasyonla kolayca ikame edebileceği bu grup, yaşlı demografi yüzünden azalmaya yüz tutmuş halde. Otomasyonun insanların yerini alamadığı bu distopik senaryoda, iş gücünün azalması kaçınılmaz gözüküyor. Bu da üretimin düşmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Avrupa’nın yaşlanan nüfusunun oluşturduğu ekonomik kaygılar yeni değil.
Ek olarak, iş gücünün daralması maaşların artmasıyla sonuçlanıyor. Ancak genel üretimin azalması, vergi gelirlerinin de düşmesine sebep oluyor. Hükümetin yeterli gelirinin olmaması yeterli sayıda öğretmen, hemşire gibi kamu görevlisi bulmayı da zorlaştırıyor. Yaşlı nüfus oranı fazla da olsa bu sorunlar otomasyona ve teknolojiye yeterince yatırım yapmış bir hükûmet tarafından bu [tooltip tip=”Ütopyanın tersi. Kötü, istenmeyen, rahatsız edici bir gelecek tahayyülü”]distopya[/tooltip] yaşanmadan çözülebilir.
Distopyadan Daha Kötü Gerçek
The Economist’in analizinden sonra bir pandemi ile mücadele etmeye başladık. Derginin distopyasında bahsedilen sorunları salgın nedeniyle -2030’a kalmadan- genç nüfusa sahip ülkelerde yaşar hâle geldik. Yaşlı nüfusun ekonomiye etkisi daha ortaya çıkmadan küresel bir iş gücü daralması yaşandı. Sonucunda, [tooltip tip=”1929 Dünya Ekonomik Bunalımı. Tüm dünyada ekonominin temellerini sarsarak yıkıcı etkiler bırakan kriz. İnsanlar işsiz kalmış, paranın alım gücü kalmamış, şirketler batmış ve borsa dibe vurmuştur. Çözüm sürecinde Keynesyen Ekonomi Modeli oluşmuştur.”]Büyük Buhran’dan[/tooltip]’dan bu yana en büyük ekonomik daralmalardan birini yaşıyoruz. Sağlık çalışanları salgınla ön safta mücadele ederken hayatlarını kaybediyor, fabrika işçileri otomasyonla ikame edilemedikleri için salgına rağmen dip dibe çalışıyor. Derginin en kötü tahayyülünden daha kötü bir senaryo gerçek oldu; otomasyona ve yapay zekânın yardımına olan ihtiyacımız katbekat arttı. Durum böyleyken robotlar işimizi elimizden alacak mı diye değil, robotlar işimizi elimizden almazsa bu böyle nasıl devam edecek diye evhamlanmamız gerekebilir.