Gelecek Burada Podcast serisine aşağıdaki platformlardan ulaşabilirsiniz:
2030 yılına hoş geldiniz.
Gelecekten bildiriyorum: Şu an gezegenimizde 1.2 milyar daha fazla insan yaşamakta ve bu insanların %70 kadarımız şehirlerde yaşıyor. Nüfusun ve şehirde yaşam oranının artması hızlı kentleşme, yalnızlık, yüksek yaşam maliyetleri gibi olumsuzlukları yanında getiriyor ve 1.2 milyar insana daha ev sahipliği yapabilmek için hepimiz her zamankinden daha fazla ev eşyası ve hizmet paylaşıyoruz. Bu paylaşıma ortak yaşam adı verdik ve birçoğumuz artık hayatımızı bu şekilde devam ettiriyoruz. Kavram olarak yeni gibi gelse de değil, insanlık tarihinde toplumsal yaşam her zaman ortak sorunlara çözüm olmuştur. Peki daha az alanda daha çok insanla aynı ortamı aynı hayatı paylaşmak bir zamanlar bireyselciliğin pençesinde olan bizlere tam olarak ne hissettiriyor, tüm bu düzen nasıl işliyor, yani 2030 tam olarak neye benziyor?
Bilgi, deneyim ve ilham paylaşım platformu Gelecek Burada’ya hoş geldiniz. Kısa süreli bir ayrılıktan sonra tekrar beraberiz. Öğrenci arkadaşların beni anlayacaklarını umuyorum, ödevler, projeler, sınavlar bizimle alakasız, hiç suçumuz olmayan bir şeyin ucu yine döndü dolaştı bize dokundu. Gerçi öğrenciler diyerek evden uzaktan çalışan dinleyicilerimizi de ayrıştırmamak gerek sonuçta mesai saatleri yokken ve günün büyük kısmında boşken üzerinize eminim normal zaman göre çok daha fazla iş yükü biniyordur. Ama sanırım en zor kısmını atlattık, kontrollü sosyal yaşam adı altında belli kurallara uyarak hayatımızı devam ettirmeye çalışacağız. Böyle coşkulu bir giriş yaptığıma bakmayın biraz moralim bozuk aslında bir süredir çok severek baktığım kedimi yarın başka bir yere gönderiyorum. Şu an evde 4 kedi bakıyorum 2’si yavru olmak üzere, bu bebek artık büyüdü, ihtiyaçları var bana da kendi zevklerim için bir canlının haklarını elinden almak çok adil gelmediği için kısırlaştırmak da istemiyorum. Bu nedenle babamın iş yerinin bahçesi müsait oraya yer hazırladık artık orada yaşayacak diğer kedilerle beraber. Hazır konumuzla da bağlantılıyken kendimi bir nevi kedimi diğer kedilerle beraber koşup oynayabileceği, hayatını yaşayabileceği bir ortak yaşam alanına, komüniteye gönderiyormuşum gibi düşünüp bununla avunacağım galiba.
İnsanlar olarak bizim de varoluşumuz birlikte yaşama kültürüyle başladı zaten, son yıllarda yalnızlıkta pik yaptık ve yavaş yavaş başladığımız noktaya dönüyoruz. Minimalizmin de son dönemde ön plana çıkmasıyla insanlar artık modern dünyanın getirdiği gündelik problemlerinden bir nebze olsun kaçıp kendilerine odaklanabilmek için daha basit hayatlar tercih ediyolar. Daha az eşya, daha az insan, daha az problem. Böyle modern dünya problemleri falan deyince de kendimi itici film karakterleri gibi hissettim ya hatta direkt Ahlat Ağacı Sinan gibi hissettim, valla Nuri Bilge Ceylan Sinan’ı bilerek itici yaratmış ama umarım ben de sizin üzerinizde öyle bir etki yaratmıyorumdur böyle kelimeler kullanınca. Neyse çok dağıtmadan, ortak yaşam bazen herhangi bir ayrım olmadan koşulsuz, bazen de aynı fikri veya aynı amacı paylaşan insanların bir araya gelerek kendi ortak yaşam kültürlerini oluşturmalarına dayanıyor.
Peki ne oldu da bu konsept yeniden canlandı, hani tek yaşıyorduk bireyselleşmiştik, 3 boyutlu yazıcılarımızdan bir şeyler basıyorduk, otonom teslimat sayesinde evden çıkmamıza gerek bile kalmayacaktı, hayat robotikleşirken biz de yalnızlaşacaktık. Ne oldu da biz başında co bulunan kavramlara ihtiyaç duyar olduk?
Şehirlerde yaşayan insan nüfusu giderek artıyor ve buna paralel olarak yaşanabilecek alan imkanı azalıyor ve dediğim gibi bir bireyselleşme var, şehir merkezlerindeki dairelerde tek başına yaşayan insan sayısı giderek artış gösteriyor. Konut fiyatları da buna paralel olarak arttığı için tek başına yaşayan bir insanın -mesela yeni mezun bir öğrenci- bütçesine epey darbe vuruyor. Geçmişte insanların ortak yaşam alanı tercih etmelerinin sebepleri daha gelenekselken yani komşuluk ilişkileri açısından olsun aynı apartmanda yaşayan insanlar bir nevi aile gibi oluyorlardı veya direkt aile apartmanında yaşamak yani aile ilişkileri olsun daha toplumsal temellere dayanıyordu. Günümüzde ise bunun tekrardan rağbet görmeye başlamasının temel sebebi bizim ve peşimizdeki kuşağın haklı olarak daha iyi bir hayat talebi, daha iyi bir ev, daha merkezi, daha iyi koşullar, yani konuta ve konuta bağlı harcamalara daha az yatırım yapma motivasyonuyla tercih ediyoruz. Birçoğumuz yurtları veya öğrenci evlerini çoktan tecrübe etmiştir veya ediyordur. Bir evin masrafı ortalama bir kazanca sahip bir birey için tek başına karşılanabilir gibi değil, yani hem işime yakın olsun, hem hayatın aktığı merkezi yerlere yakın olsun, hem kirası ucuz olsun, hem de kafama göre istediğim eşyalarla döşeyeyim zevkime uygun olsun gibi bir şey yok maalesef, hayat çok pahalı. Bu nedenle büyük şehirlerde ortak paylaşımlı evlere, toplu yaşanan alanlara rağbet gün geçtikçe artıyor.
Peki tek sebep maddiyat mı?
Evet, maddiyat çok önemli bir nokta fakat tek sebep bu değil, yani herkesin yaşam tarzında bu şekilde bir değişikliğe gitmesinin sebebi maddiyat olmuyor. Ev satın almak istemeyen veya kiraladığı daire için kontrat yapıp da yaşadığı yere keskin sınırlar içinde bağlı kalmak istemeyen insanlar için de co-living alanları oldukça makul. İş nedeniyle sürekli seyahat ediyor olabilirsiniz, sıklıkla şehi değiştiriyor olabilirsiniz veya tamamen keyfi de olabilir. Kendinizi bir yere ait hissedip orada uzun süreli bir düzen sürdürmek size uygun olmayabilir, bence de kısa süreli farklı yerlerde yaşayıp yeni şeyler tecrübe etmek yeni insanlar tanımak yani dinamik bir hayat çok daha tercih edilebilir geliyor. Ama bunun için de pek çok şeyden vazgeçmek gerekiyor tabi ailenizi, arkadaşlarınızı, sokağınızı, evinizi duygusal olarak bunlarla bağınızı kesip yolunuza devam etmeniz gerekiyor. Aynı zamanda eşya sıkıntısı da var oradan oraya taşınırken sürekli nakliye ücretleriyle veya taşınmanın yoruculuğuyla uğraşmak sürekli mekan değiştiren insanlar için büyük bir eziyettir. Zaten hazır olan sadece gidip kaldığınız ortak yaşam alanları size bir nevi mülk edinmeme özgürlüğü sunuyor. Yine kendi yaşam alanınızı istediğiniz gibi dizayn edersiniz fakat beyaz eşya gibi evde olmazsa olmaz ve sürekli bir yerden bir yere sürüklemesi zor eşyalar için size büyük bir özgürlük sunuyor. Bu bahsettiğim özellikleri kendinde görüp dinamik bir yaşam tercih edenler için her an ayrılabilecekleri, alıp götürmeleri gereken eşyalara sahip olmadıkları rahat yaşam alanları oldukça iyi alternatifler.
Co-working
Bu sistem aslında bir süredir alışkın olduğumuz başka bir tarza çok benzerlik gösteriyor. Zaten demiştik ya başta da biz bu co’lara neden ihtiyaç duyar olduk, neden yükselişe geçtiler diye. Daha önce bu kavramın önümüze en bariz geldiği alan iş ortamıydı, co-working sistemi 10 yıldır falan yaygın şekilde tercih edilen bir sistem. Hatta ilk ortaya çıktığı dönem yaygın kanı “Co-working yaratıcı işlerin yapıldığı insanların bir arada bulunmasının sinerjiyi arttırdığı ve bunun da verimi arttırdığı start-up’larda olur ancak” gibi bir kanı vardı toplumda. Ama günümüzde Dell, IBM, Microsoft gibi pek çok büyük şirket çalışanlarının refahı için böyle bir yol izlemeyi tercih ediyor. Denklem oldukça basit: çalışanları hem mutlu etmenin hem de motivasyonlarını körüklemenin ekonomik bir yolu bu sistem. Her işverene hitap eden parlak bir fikir. İhtiyacın olacak her şeye sahip işte bilgisayardır, fotokopi makinesidir, yazıcıdır, gerçi o artık normal yazıcı değildir, 3D-yazıcıdır, hepsini barındıran ve güvenli internete sahip olan hazır bir ofis. Yani en azından teknik olarak bir insanın ofis ortamında başka neye ihtiyacı olur ki? İşte ofise geldin mutfakta kahven hazır, en sevdiğin atıştırmalıklar masana gelmiş, en sevdiğin çikolata bilgisayarın önünde duruyor, mektupların paketlerin masana bırakılmış… Co-living de bunun faturanın ödendiği, temizlik masraflarının karşılandığı, mobilyanın falan sağlandığı bir başka versiyonu olarak karşımıza geliyor. Nasıl sevdiğimiz insanlarla vakit geçerken yaptığımız şakaların esprilerin bile kalitesi artıyor ya işte ortak yaşam alanında da benzer fikirleri paylaştığın insanlarla yaşarken bazen birbirinizi geliştiriyosunuz bazen de farklılıklarınızdan ilham alarak yeni fikirler geliştiriyosunuz, sonuçta işte veya yaşamda pekçok fırsata kapı aralamış oluyosunuz. Ya benzerliklere tutunuyorsunuz ya da farklılıklardan yeni deneyimler ediniyorsunuz. Her açıdan tam bir win-win hatta win-win-win-win-win sistem diyebiliriz.
Ama şöyle bir gerçek var, küçük toplumlarda bile -kendi ailenizi veya ev arkadaşlarınızı düşünün- insanları memnun etmek oldukça zor. Hepimizin kişiliği, fikirleri, beklentileri farklılık gösteriyor sonuçta.
Peki çoğunluk olarak bakılınca ne istiyoruz, beraber yaşamaktan ne umuyoruz, neyimizi paylaşıp neyimizi paylaşmamak istiyoruz?
İşte IKEA’nın inovasyon laboratuvarı olan Space10 ve anton & irene ortaklığında gerçekleştirilen OneSharedHouse2030 araştırması 2030 yılında yaşayacağımız şehirlerde birlikte kullanacağımız evlerin nasıl dizayn edilmesi gerektiğine dair bir fikir edinmek için başlatılmış. Amaç geleceğe yönelik bir alan tasarlarken tasarım kararlarını insanların endişelerine veya isteklerine göre düzenlemek. 21 soruluk anket, bizim bir evden ve birlikte yaşadığımız topluluktan ne gibi beklentilerimiz olduğu ölçüyor. Anket hala devam ediyor isterseniz siz de çözebilirsiniz, ama 2018 yılında açıklanan sonuçlarında bir şey beni baya şaşırtmıştı, ters köşe oldum yani. Kaydın başında da bahsettim bundan baya emin bir şekilde, ters köşe oldum. Anket sonuçlarına göre insanların büyük çoğunluğunun ortak alanları tercih etme sebebi maddiyattan çok başka insanlarla sosyalleşme isteği. Bu anketi dolduranların yüzde kaçı samimi bilemem ama özellikle Y kuşağı bana daha bu kaygılardan uzak gelmişti yani bana göre bu sistemin benimsenmesindeki en temel nokta şehir merkezlerindeki yaşamın pahalılığı. Yani bir sıralama yapacak olsam 3’e 4’e koyardım belki sosyalleşme isteğini, toplumun düşüncelerine göre yani, insanları fazla yargılamışım. Bunun dışında ilgi çeken noktalar olarak, çoğunluk 4 ila 10 arasında kişiden oluşan küçük topluluklarda yaşamayı tercih etmiş. Ve yine beklenenin aksine insanların çoğu farklı köken ve yaştaki insanlarla yaşamayı kendilerine yakın olana tercih etmişler. Ayrıca neredeyse hepsi çocuksuz çiftler, bekar erkekler ve bekar kadınlarla yaşamayı tercih etti ve ankette en az popüler ev üyeleri küçük çocuklar ve gençler. Genel olarak özel bir mutfağa ihtiyaç duyan olmamış ve daha esnek bir özel alan için ortak mutfağı göze almayı tercih ediyor. Aynı zamanda herhangi bir evcil hayvana (ki robot dahil) sıcak bakılırken insanları en çok endişelendiren konu ise kişisel gizlilik konusu. Ki zaten toplu yaşanan alanlarda en büyük sıkıntı bu, ben de şu an yurtta kalıyorum eve çıkmak istiyorum mesela ve en büyük sebebim bir özel alana ihtiyaç duymam.
Tabi konumsal olarak farklılık gösterir ufak detaylar mesela Türkiye’de olsa bu insanların çoğu bekar kadınları veya ailelerle beraber yaşamayı tercih ederdi. Ya da yaşanacak evin tasarımı konusunda daha farklı çekinceleri olurdu, deneysel yaklaşımlardan çok mimarlık tecrübesi yüksek insanların çalışmasını tercih ederlerdi. Ama bir çok parametre var, bir de yaygınlaştıkça eninde sonunda herkese uyacak bir ortak yaşam alanı bulunur. Tahminlerimin aksine bize bambaşka bir hayat deneyimi sunan bu “co” kavramının şu an tercih edilme sebeplerinin yerini geçmişte ne alıyordu tam olarak bilemiyoruz ama sonuçta yaşam alanlarının biçimlerini ve işleme şeklini yaşayanların ihtiyaç ve istekleri biçimlendirmiş her zaman, geçmişte de böyleymiş şu anda da böyle. Aslında insanlar -yine beni ters köşe ederek- geleceğin getirdiği kalabalık ve bireysellikten yalnızlıktan kaçarken aslında bir noktada farklı kültürlerden, mesleklerden, yaşlardan insanların arasındaki görünmez duvarlarları yıkarak herkesin birbirini kabul ettiği ortak bir yeni dil ve yaşam kültürü ortaya koyuyor. Hatta ilerleyen nesillerde belki çağımızın en büyük toplumsal problemi olan ırkçılığı aşmak için bile bir yol olabilir. Bu ortamda yetişen bir çocuk ne kadar çevresine saygısız olabilir ki? Yine de bu dünyada beraber yaşamayı öğrenmek için yan yana odalar paylaşmamıza veya akşam yemeklerini beraber yememize gerek yok. Tüm dünyayı bir ortak yaşam alanı gibi düşünüp canlı cansız herkesle ve her şeyle huzur içinde yaşamak için benzerliklere tutunmayı ve farklılıklardan ilham almayı öğrenmek gerekiyor.