Geçtiğimiz hafta vizyona giren Dr Strange in the Multiverse of Madness filmini seyrettikten sonra olası tüm hayat senaryolarımız gözümüzün önünden geçti. Ortaokuldaki fraktalları hatırlarsın, Y örüntüsünün ucuna attığınız her iki çentik bir başka dönüm noktası yaratır. Hayat da aynı iki uçlu fraktallar gibi ilerleyerek dallanıp budaklanır. Bir ikilemden sonra karar aldığımız her an kendi ağacımıza yeni bir dal ekliyoruz. “Siyah ayakkabı mı, beyaz ayakkabı mı?” diye bile çok kafa yormamak lazım, kendimizi sonsuz evrenlerde heba etmek istemeyiz. Yaratacağımız tek bir metaverse ideali bile ikilemler ve seçimler arasında delirmemizi sağlayabilir.

Bir film konusundan çok daha fazlasını ifade eden Çoklu Evren Teorisi, yaşadığımız hayatın tüm detaylarını zaman ve mekandan kopararak çok daha kompleks bir yapının içine sokuyor. Sicim Teorisi ve Kuantum Mekaniği gibi güçlü bilimsel başlıkları temeline alan hipotez, aynı zamanda dedikodu yapar gibi fısıldaştığımız bir diğer yakın akrabasını da gündeme getiriyor. Hayatımızda verdiğimiz en ufak bir kararın bile yeni bir evren yarattığı sistemde, tüm detayları incelikle kodlanmış bir simülasyonun içinde yaşama ihtimalimiz artmıyor mu? Neden biz bir metaverse yaratabiliyoruz da başkasının yarattığı metaverse yaşantısının içine dahil olmak bizi rahatsız ediyor, biraz bunları konuşalım.

Kaçıranlar için bir kez daha: Metaverse nedir?

Matrix izlerken ooo, gerçek hayata gelince yok kalsın. Bana bir tane Neo vadetseler ben iki senaryoya uyanmak için de hevesli olurdum.

Facebook gibi platformlarda manuel gerçekleştirilen RPG oyunları bir kısmımız için oldukça nostaljik. “Ben seni vurdum, öldün çık” gibi telkinlerin enter tuşuna bastıktan sonra geçerlilik kazandığı ilkel RPG türleri çeşitli bilgisayar/mobil oyunlarının yaygınlaşmasıyla çok daha makul bir zemine oturdu. Artık vurdun vurmadın kavgası yok, vurulduğumuzda avatarımız gerçekten ölüyor. Hakkında pek çok kez konuştuğumuz metaverse ise sanal gerçeklik, çok oyunculu çevrim içi RPG ve internetin bir arada hayat bulduğu bir öte evren olarak tanımlanıyor.

Second Life isimli metaverse denemesinden bir kesit

Bugün varlık olarak nitelendirdiğimiz var olma hissi, gücünü somut karşılıklardan alıyor. Yani bir bilgisayar oyunundaki avatar ile karşımızda oturan arkadaşımız arasındaki var olma hissiyatının belirleyici noktası, arkadaşımıza direkt olarak temas elebilirken bilgisayar ekranındaki avatar ile aynısını yapamıyor oluşumuz. Somut olan ve olmayan iki örnek arasında ayrım yapmak kolay. Peki ya ikimizin de somut olduğu kanaatini nereden getiriyoruz? İçine doğduğumuz evrenin sunduklarına aşina olmamız bizi gerçek ve eşsiz bir hayat yaşadığımız algısına götürürken, bu düşüncemizde ne kadar samimiyiz? Belki de sadece öyle düşünmek istiyoruzdur. Eğer bu soruya düşündüğün cevap yaşadığımız hayatın monotonluğu ve zorunluluklarının bizi getirdiği noktadan güç alıyorsa, tüm RPG’lerin aynı ilerlemediğini ve hepsinin kendi gerekliliklerini katılımcılara dayattığını hatırlatmak isteriz.

Yapay düzenin sorgusuz askerleri

Durağan bir uygarlığın metaverse alternatifinde sıradan bir gün

Alarmını kapatmak için uzandığında artık günlerin sırasını karıştırdığını düşündü. Belki yaşlandığı için hafızası zayıflıyordu fakat her gün birbirinin ardı sıra yaşanan benzer günler karıştırılmak için gayet müsait bir durum yaratıyordu. 

Metroya yürürken her sabah uğradığı fırından iki tane zeytinli poğaça aldı. Bir an için bir tanesini patatesli alma düşüncesi aklından geçse de, keyfini kaçıracak tek bir detayı daha göze alamazdı. Her sabah iş saatlerinde artan kalabalığın içinde kaybolmak üzere yürüyen merdivenlere yöneldi.

İşe geldiğinde yapması gerekenleri kontrol etti. Yine benzer belgeleri imzalayacak, her hafta aynı saatte yapılan toplantıya girecek ve bir sonraki haftanın planını oluşturmak üzere masasına dönecekti. Sıcak bir şeyler almak için kahve makinesine yöneldiğinde canının aslında çay içmek istediğini fark etti fakat çay almak için bir alt kata inmesi gerekiyordu. “Aman canım zaten ben hep kahve içerim, ne gerek var uğraşmaya” diye düşünerek vazgeçti.

Eve döndüğünde tüm günün yorgunluğunun ardından ceketini bile çıkarmadan koltuğa uzandı. Karnı epey acıkmıştı ve bu yorgunluğun üzerine mutfakta vakit kaybetmek istemiyordu. Geçen sefer bir iş arkadaşı Hint yemekleri yapan bir restoranı epey övmüştü, orayı denemeyi aklından geçirdi. Bir bardak su almak için mutfağa gittiğinde, gözü buzdolabının üzerinde asılı duran pizza dükkanının numarasına takıldı. “Akşam akşam midemin rahatsız olması riskini alamayacağım galiba” diye düşündü, pizza dükkanını aramak için telefonuna uzandı.

Akşam yemeğini biraz fazla kaçırınca kısa bir yürüyüş yapmaya karar verdi. Yaşadığı apartmanın iki arka sokağındaki mezarlığın önünden geçerken kendi hayatını düşündü. Her gün benzer rutinlerle yaşadığı tekdüze hayatı gözüne oldukça anlamsız geldi. Fakat her yeni güne uyandığında risk almaktan kaçındığını, yeni seçenekleri daima bir bahaneyle göz ardı ettiğini, rutinlerinin çizdiği çerçevenin güvenli kollarından bir türlü sıyrılamadığını unutuyordu.

Yapay evren vs yaratılmış evren

Yapay bir evrende var olmak ile yaratılmış bir evrende var olmak ne kadar farklı?

Simülasyon Teorisi ne zaman gündem olsa, korku içindeki kaygılı kalabalıklar gerçek hayatta olduğumuza dair çeşitli ispat yöntemlerine yöneliyor. Binlerce yıldır doğup ölen türdeşlerimiz ve evrende silik bir nokta kadar olan izimiz göz önüne alındığında, yaşadığımız hayatın gerçek ya da yapay olmasının ne tür bir fark yaratacağı sorusu önümüze geliyor. Belki bir simülasyon programında sorumlu kişinin ayağı bir kabloya takılabilir ya da bir gün sırf canı sıkıldığı için fişi çekmeye karar verebilir. Bir sabah uyandığında aşina olduğumuz tüm yasaları kökünden değiştirecek bir yenilik getirebilir.

Hayata dair her şeyin kontrolünü elinden kaybetme hissi bu kadar korkutucuyken, gerçek hayatın iplerinin bizim elimizde olduğu kanaatine nereden varıyoruz? Evet, canı sıkkın bir programcının kaprisleri bizi birer kuklaya çevirebilir. Fakat yaratıcı inancının bu kadar yaygın olduğu ve dinin insan hayatında sosyo-kültürel açıdan derin izler bıraktığı dünyamızda, neden ‘gerçek hayat’ takıntısının peşinde bu kadar koşuyoruz, tartışılır.

Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan

Metaverse ve türevi konseptler bizi bu kadar heyecanlandırırken bir benzerimizin uzak bir diyarda nefes alması ya da yukarıdan aşağı akan 0 ve 1’lerden meydana gelmemiz neden bizi bu kadar düşündürüyor? Üzerine sayfalarca tez yazılan, saatlerce tartışılan, geceleri uykumuzu kaçıran her şey tek bir birey olarak var olmanın dayanılmaz hafifliğini göz ardı etmek istemememizden kaynaklanıyor. Toplumsal bir farkındalık ve temenniden yana, saydığımız fikirler aklına düşen her bir insan kendi sahte ya da gerçek hayatının dinamikleri üzerine endişeleniyor. Oysa söz konusu metaverse’e geçerken tercih edeceğimiz avatar olsa hepimiz saçımızı bire bir tasarlamak veya giyim tarzımızı birebir yansıtmak olduğunda oldukça hevesliyiz. 

Bir haber sitesine kaydolduğumuzda metaverse başlığını ilgi alanlarımıza eklerken, bir simülasyonun veya milyonlarca varyasyonu olan bir standart evrenin içinde yaşıyor olmak neden bu kadar rahatsız edici geliyor anlamıyorum.

Share:

administrator

Yıldız Teknik Üniversitesi Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi olan Kardelen, yeni filmler ve müzikler keşfetmenin yanında teknolojik yenilikleri takip etmekten büyük keyif alıyor ve kendisine ilginç gelen şeyleri Gelecek Burada için yazıyor çiziyor, hatta bizzat Gelecek Burada'nın podcast yayınlarını yürütüyor.