Gelecekte karşımıza çıkacak yeni sosyo-ekonomik sınıfa merhaba deyin: Faydasız insanlar. Faydasız insanlar, sahip oldukları fiziksel veya bilişsel becerileri gerektiren işler, yapay zekâ tarafından yapılacağı için işsiz kalacak ve topluma katma değer oluşturmayacak insan sınıfı olarak tanımlanabilir. Gelin şimdi faydasız insanların kısa tarihine bir göz atalım.

Faydasız insanların ataları

Homo Sapiens ve Homo Deus kitaplarıyla bilinen tarihçi Yuval Noah Harari’ye göre insanların iki temel becerisi bulunuyor: fiziksel ve bilişsel beceri. İstihdam yaratılırken de bu iki beceri temel alınıyor. Sanayi devriminde otomasyon sayesinde kas gücü gerektiren işler azaldı ve makineleri kontrol etmek gibi bilişsel işler arttı. Makineleri kontrol edecek teknik bilgiye sahip olmayan kesim, ya diğer fiziksel beceri odaklı işlere geçti ya da işsiz kaldı.

Zamanla kas gücü gerektiren işler azaldıkça bu alanlarda çalışan insanlar bilişsel becerilerini geliştirmek durumunda kaldı. Bu becerileri geliştiremeyip duruma adapte olamayan insanlar faydasız insanların atalarını oluşturdu. Günümüzde söz edilen faydasız insanların işsiz kalmamak için sadece bilişsel becerilerini geliştirmeleri yeterli olmayacak. Çünkü şimdiki adım insan algoritmasının bilişsel becerilerini yapay zekaya aktarmak. 

Faydasız insanlar nasıl ortaya çıkacak?

Biyoloji, nöroloji ve yapay zekâ sayesinde insanların formülünü çözdük.

Algoritma + (Sezgi + Yaratıcılık + Sosyal beceri + Duygular) = İNSAN

Uzmanlar, yeni beyinler ve bedenler inşa etmenin kısmen daha kolay adımı olan algoritmalara odaklandı ve biyokimyasal veriyi elektronik sinyallere dökerek insanın basit bir haritasını çıkardı. Şimdiki adım ise biyoloji ve veriyi birleştirerek zihinlerimizi ve bedenlerimizi yeniden inşa edebilmek. Yani, tasarlanan algoritmaların sadece bilişsel becerileri yerine getirmesinden bir adım daha ileri giderek yapay zekâya sezgi, yaratıcılık, sosyal beceriler ve duygular kazandırabilmek.

Eğer yapay zekâya sosyal beceriler kazandırma konusunda daha detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz “Robotlar Sosyal zekâya Sahip Olabilir mi?” isimli yazımıza göz atabilirsiniz. Bir bebeği büyütür gibi yapay zekâ “yavrularımızı” geliştireceğiz. Bir bebeğin nasıl büyüdüğü düşünelim; ailesini ve içinde bulunduğu ortamı nasıl kopyaladığını, hayatını kolaylaştırmak için nasıl duruma adapte olduğunu gözümüzün önüne getirelim. İşte yapay zekâ da tam olarak böyle öğreniyor. İçinde bulunduğu ortamdan verileri topluyor, işliyor ve uyguluyor. Dolayısıyla verinin,

-doğruluğu

-nereden ve nasıl toplandığı

-ne kadar detaylı olduğu

-ön yargıya sebep olup olmadığı

-nasıl korunduğu 

-nasıl kullanıldığı       

yaşamın geleceğini derinden belirliyor. 

Yapay zekâya kazandırmayı planladığımız insani becerilerin veri örneklerini sadece kendimizden alabileceğimiz göz önünde bulundurulursa yapay zekânın ön yargılarını da davranışlarımız belirleyecek. Örneğin yapay zihinler ırkçı bir tavır sergilemeye başlarlarsa bu durumun insanların bakış açısından kaynaklı olacağı söylenebilir, çünkü yapay zekâ sadece kendisine verilen veri kadarını öğrenir ve bilir. Aynı zamanda yapay zekâyla paylaşılan verilerin yapay zekâ tarafından nasıl bilişsel ve yaratıcı beceriler geliştirmek için kullanıldığını merak ediyorsanız bu videoya göz atabilirsiniz.

Verinin Toplanması

İnternet ve sosyal medya aracılığıyla kişisel verilere ulaşmanın çok kolay olduğunu biliyoruz. Fakat yapay zekâya algoritmik özelliklerimiz dışındaki insani özelliklerimizi kazandırmak için toplanan verilerin hangi gönderiyi beğendiğimizin veya internetten ne aldığımızın çok ötesine geçmesi lazım. Başka bir deyişle herkesin hakkında her şeyi barındıracak devasa veri havuzlarına ihtiyacımız var. Bu havuzlar kalp atışlarımızı, ilgi alanlarımızı ve en önemlisi zihin aktivitelerimizi barındıracak gibi görünüyor. Yazının başlarında zihin aktivitelerimizin biyokimyasal verilere dönüştüğünden ve insanın bu yönüyle bir algoritmaya benzediğinden bahsetmiştik.

Dolayısıyla kalp atışımızın, göz hareketlerimizin ve vücudumuzda aniden salgılanmaya başlayan bir hormonun, bizi, daha önce hiç olmadığı kadar yansıtabileceğini vurgulamakta fayda var. Herkes ile ilgili birçok verinin toplandığı, kullanıldığı ve yaratılacak yapay zihinlerin alt yapısını oluşturduğu bir sisteme geçiyoruz. Veri havuzlarımızı dijital bir şekilde saklayacağımız göz önünde bulundurulursa yapay zekâ bizi bizden daha iyi tanıyabilecek demek çok yanlış olmaz. Hatta veri havuzları bizleri ana hedefe, yani “insanı hacklemeye” bir adım daha yaklaştıracak denebilir.

İnsanı hacklemek ve veri

Veri 21. yüzyıl ekonomisinin en önemli ürününe dönüşmekle kalmayıp geleceğe yön verecek, veriyi kontrol edip işleyenler yarını değiştirecek. Bu noktada, bahsettiğimiz veri kavramının sadece internetten ne satın aldığımız, hangi linklere tıkladığımız veya hangi diziyi izlediğimizle kalmadığını ve biyolojik verilerimizi hedef aldığını belirtmemiz lazım. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi verinin:

  •  nasıl toplandığı
  • nasıl korunduğu
  •  ne kadar güvenilir olduğu
  • nasıl kullanıldığı 

insanlığın kaderini belirleyecek. Çünkü toplanılan biyokimyasal veriler güvenilirse ve ne kadar doğru kullanılırsa yapay bedenler ve yapay zihinler üretmek mümkün olacak.

Yapay zekâ çalışanlar

Peki bu üretilen yapay zihinlere ve bedenlere ne olacak? Bu insanvari yapılar bazılarımızın sabah kahvesini yudumlarken “Ne olacak şu dünyanın hali?” gibi sohbetler edeceği iş arkadaşları olurken bazılarımızın işine son verecek, daha az talepkar, mesai nedir bilmeyen ve daha nitelikli çalışanlar olacak. İşte bu işine son verilecek gruplar da faydasız insanlar sınıfını oluşturacak. Bu noktada “Yapay zekâ işimizi elimizden alıyor mu” sorusu geliyor aklımıza. Cevap “Belki, yani, kısmen.”

Makineler bazı basit görevleri tek başlarına halledebilmelerine rağmen henüz kritik kararlar verecek ve bununla ilgili harekete geçebilecek tüm bilişsel becerilere, insani özelliklere ve eleştirel düşünceye sahip değiller. Dolayısıyla sosyal ilişkiler, sezgi ve yaratıcılık gibi insanî özelliklere dayanan işlerde ikili bir çalışma modeli izlenecek gibi görünüyor. 

Örneğin cerrahlar işlerini yaparken hem motor becerilere hem de sosyal zekâya ihtiyaç duyuyor. Makineler hem sosyal zekâya sahip olmadığı için hem de faydasız insan sınıfının ortaya çıkışını geciktirmek için “döngüde insanın da yeri var” (human-in-the-loop) isimli bir çalışma modeli devreye giriyor. Bu sistemle cerrahların yapay zekâ asistanlarının olması muhtemel görünüyor. Çünkü yapay zekâ asistan hastalık tespiti yapabilir, tedavi önerebilir, ve sorun anında soğukkanlı ve hızlı bir şekilde en kolay çözüm önerisi getirebilir. Aynı ikili çalışma modelinin insan kaynakları ve hukuk alanları için de geçerli olacağı öngörülüyor.

Her ne kadar fayda sağlayacağı alanlar bulunsa da bu sistemin zanaatkarlara ve usta-çırak ilişkisiyle yürüyen mesleklere zarar vereceği söylenebilir. Bu tip mesleklerin makineler tarafından yapılacak olması şöyle dursun, “meslek erbabı” kavramının kaybolması söz konusu. Çünkü genç yaşta el yordamı kazanarak yapılan ve sanat ile tekniği birleştiren bu işlerde çıraklık sorumluluğunun robotlara devredilmesi muhtemel. Aynı zamanda esnaflık kültürüne zarar verip toplumdaki ticaret anlayışı ile insanî yaklaşımları zayıflatacağı ve içinde alışageldik ekonomik sistemde köklü değişikliklere gidileceği varsayılabilir. Zira ticaretin veri zengini kesim ile yapay zeka arasında olması muhtemel görünüyor. 

Sorun sadece faydasız insanlardan ibaret değil

Geleceğin ekonomisi mal, ürün ve arazi gibi somut şeylerle alakalı olmaktan çıkıp bilgi, hizmet ve fikir odaklı olacak. Bu ekonomik dönüşüm gerçekleşirken adapte olamayan ülke ve şirketler sadece teknolojik yarışta geri kalmayıp ekonomik olarak da yetersiz olacak. Çünkü burada gerçekleşen dönüşüm sanayi devrimindeki gibi fiziksel becerileri makinelere devretmek değil, bilişsel becerileri yapay zekâya devretmek olacak.

Dolayısıyla bilişsel ve insani becerilerin kullanıldığı işlerde çalışan insanların azınlıkta olduğu ülkeler ve şirketler geri dönülmesi çok zor olan bir “faydasız ülkeler/şirketler” boşluğuna düşebilir. Dünya üzerindeki ekonomik, siyasi ve teknolojik gücünü kaybeden bu ülkeler, dünya devi ülkelerin kararlarına boyun eğmek durumunda kalabilir.

Dijital diktatörlük

Eğer veri etik bir şekilde işlenmezse bir “ dijital diktatörlükle” karşılaşmamız olası. Yapay zekânın ve makine öğreniminin getirdiği güç, veriyi elinde tutan kesim için demokrasinin cezbediciliğini azaltıp diktatörlük sistemine geçişi sağlayabilir. Demokratik sistemler ve veriyi işleyen yapılar uyum sağlayamazsa toplumlar, dijital diktatörlüklerin altında yaşayabilir. Bu durumda verinin ve yapay zekânın insanların özgürlüğüne kasıt oluşturması ve bağımsızlıklarını kısıtlaması söz konusu olabilir. Ayrıca, günümüzde paylaşımcı bir şekilde yaşayan ve komün kültürünü benimsemiş toplulukların sayısı gelecekte azalabilir.

Sahip olunan bilginin ve getirdiği olanakların herkesçe eşit olarak paylaşılması yani bir köyde birden fazla horozun ötmesi herhangi bir kararın verilme sürecini uzatabilir ve verinin, alanında yetkin olmayan kişilerin eline verilmesi iyi sonuçlar doğurmayabilir. Fakat hiçbir paylaşımın gerçekleşmediği ortamlarda da veri zengini kesim ile veri üzerinde hiçbir etkisi olmayan kesim arasında çok ciddi eşitsizlikler olacağını söylemek mümkün. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi bu alanda da dengenin sağlanması çok önemli. 

Kendi kendimizi yok etmemek adına yapmamız gerekenler basit. İnsanları bilişsel ve insani becerileri ağır basan işlerde çalışabilecek şekilde yetiştirmek. Bu durum, gelişmiş ülkeler için büyük bir sorun olmasa da gelişmekte olan ülkeler, istihdamı fiziksel becerilere dayalı işlerle sağlamaya devam ederse ülkenin büyük çoğunluğunu faydasız insanların oluşturacağı söylenebilir. Teknolojiye ayak uyduramama, sabah kalkmak için bir amacı bulunmayan insanların yaratacağı melankolik hava, artan enflasyon, azalan siyasi güç, teknoloji savaşları ve SON. Aradığınız katma değer oluşturan kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar denemeyiniz çünkü kendisi artık bir “FAY-DA-SIZ”.

Kaynak: forbesDünya Halleri

Share:

Robert Kolej’de 9. sınıf öğrencisi olan Melis tiyatro ve hikaye anlatıcılığıyla ilgileniyor. İnsan haklarının ve şiddetsiz iletişimin gücüne inanan Melis sosyal girişimcilik, tasarım odaklı düşünme ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri üzerine çalışmayı seviyor. Geleceğin nerede olduğunu araştırıyor.