Instagram, Linkedin, Snapchat, Facebook ve Twitter derken gösterişle yaşadığımız, yemek masasında bile sanal arkadaşlarımızı tercih ettiğimiz bir döneme geldik. Tüm hayatlarımızın sürekli paylaşımda olmasının en büyük çıktısı ise mükemmeliyetçilik kaygısı.

“Son 50 yılda toplumsal çıkarlar ve toplumsal sorumluluk bilinci aşamalı bir şekilde sürekli eksildi ve yerini, sözde serbest-açık pazar ve rekabet ortamında bireysel çıkarlara odakladı” diyor Thomas Curran ve Andrew Hill. Amerika, Kanada ve Birleşik Krallık’ta bugünün gençlerinin böyle bir ortamda büyümesinin sebebini ise bu ülkeleri 20. yüzyılın sonlarında neo-liberalizm ilkesi ile yöneten liderler olarak gösteriyorlar.

Bu yeni ‘pazar’ temelli toplumda gençler birçok yeni yoldan değerlendirmeye tabi tutuluyorlar. Sosyal medyadaki fiyakası, okuldaki durumu, üniversite sınavları ve iş performansı gibi konularda gençler sürekli akranları, öğretmenleri ve işverenleri tarafından eleniyor, sıralanıyor ve/veya puanlanıyor. Daha az puan alan gençler toplum yapısı gereği ‘hak etmedi’ olarak nitelendiği için aşağılanmış veya kusurlu hissedebiliyor.

İşte bu noktada gençler mükemmele ulaşmak, kusursuz olmak gibi bir hayalin peşine takılıyor. Sonrası ne mi? Ya başarısızlığa bağlı depresyon ya da yorgunluğa bağlı tükenmişlik sendromu.

Gençleri depresyon, anksiyete ve intihar düşüncelerine iten bu mükemmeliyetçilik duygusunu “kusursuzluk akıl dışı bir arzudur” diye niteliyor yazarlarımız. Ünlü psikologlar Paul Hewitt ve Gordon Flett’in günümüz gençlerinde önceki dönem gençlerine oranla daha fazla mükemmeliyetçilik olduğu önermesini de hatırlatan araştırmacılar 1989’dan beri artan bu farklılığı yeni dönem gençlerinin neo-liberalist bir ortamda büyümüş olmasına bağlamış ancak biz biraz daha farklı bir açıdan bakabiliriz sanırım; sosyal medya/İnternet.

Mutlu ve mutsuz olduğumuz her anı birileriyle paylaşma ihtiyacı duyuyoruz ve bunu çok geniş bir kitleye sunuyoruz. Bundan 10 yıl önce mutlu ve mutsuz anlarımızı paylaştığımız insanlar aynı mahallede yaşadığımız arkadaşlarımızdı ve eğer bizim güzel bir özelliğimiz varsa mahalledeki bu özelliğe sahip olan tek insan olabiliyorduk. Ama şu an böylesine güzel bir özellikle internete giriş yaptığımızda görüyoruz ki bizden iyi yapanlar var. Biz tatil yapıyorsak, daha iyisini yapanlar var. Biz fotoğraf çekiyorsak daha iyisini çekenler var. Biz şiir yazan bir insan isek, 10 yıl önce 100 tane rakiple karşılaşırken bugün binlercesini anında görebiliyoruz. İşte tüm bunlar tamamen eğlence amaçlı sandığımız sosyal medya kullanımımızda bile bizi rekabetçi duygulara itiyor ve bir yandan mükemmele ulaşmaya çalışırken diğer yandan acizliklerimizi görerek duygusal sorunlar yaşamamıza sebep olabiliyor.

Araştırmacılar yazının hem başında hem de sonunda öğrencilerinin bu sorunlarla karşılarına sık sık geldiğini ve dönemin akademisyenlerinin -üniversite, okul ve hatta politikacıların- bu konu üzerinde düşünüp, öğrencilere bu rekabetçi piyasada ayakta kalmaları için destek olmaları gerektiğini vurgulamışlar.

Bugün sahip olduğumuz paylaşım kültürünün yakın gelecekte yapay zeka ve sanal gerçeklik (VR/AR) gibi teknolojilerle birlikte çok daha fazla hayatımıza yerleşecek olması, bu tarz sorunların ne kadar ciddi bir hal alabileceğini düşündürüyor.

Eğitimcilerin ve diğer yetkililerin bu konuda bir adım atması gerekirken gençler ise bu arada sosyal medyayı bırakmayı veya telefon kullanımını azaltmak için ikinci bir telefon almayı düşünebilir.

Kaynak: Weforum

Share:

administrator

1997’de Nevşehir-Ortahisar’da doğdu. Marmara Üniversitesi’nde Basım Teknolojileri eğitimi görüyor. Gazeteciliğe ve doğru bilgi alma hakkına inanan Hasan, bir Onaran olarak sosyal inisiyatifin ve eğitimin gücüne inanıyor, geleceğin nerede olduğunu araştırıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir