Sanayi Devrimi’yle birlikte yerleşik hayatın başlattığı dünyanın dönüşümü zirve noktasına ulaştı. Günümüzde sıradanlaşan başta ekonomik olmak üzere birçok kavramın temellerinin atıldığı o yıllardan bu yana fosil yakıt kullanımı ekonomik büyümeyi yönlendiriyor. Bu yenilenemez enerji kaynaklarının yarattığı emisyonları azaltmak gelişmekte olan ülkelerin ilerlemesini tehdit ediyor. Öte yandan hızla etkisini göstermeye başlayan iklim krizi ise acil çözüm bekliyor. Peki gelişmekte olan ülkelerin emisyonları artırmadan gelişmelerinin bir yolu var mı?
Gelişmekte Olan Ülkeler İklim Değişikliğine Nasıl Katkı Sağlar?
Son olarak 2017 yılında Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre dünyanın en fazla sera gazı salınımına neden olan üç ülke var: Çin, ABD ve Avrupa Birliği. Bu ülkeler dünyanın toplam küresel emisyonların yarısından fazlasına katkıda bulunuyor. Bunun yanı sıra araştırma, en büyük 10 emisyon kaynağından altısının ise gelişmekte olan ülkeler tarafından üretildiğini ortaya koyuyor.
Bu araştırmaya göre Türkiye’den kaynaklanan emisyonlar küresel emisyonlara %1,05 katkı sağlıyor.
Dünya Ekonomik Forumu, karbon emisyonları ile aşırı yoksulluktan kurtulan gelişmekte olan ülkelerin bağlantılı olduğu kanısına sahip. Son 30 yılda gözlemlenen karbon emisyonlarındaki artışa göre Doğu Asya ve Pasifik ve Güney Asya’da yoksulluğun azaldığını, Afrika’nın ise aynı zaman diliminde emisyonlarını azalttığını ve yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının neredeyse iki katına çıktığını gösteriyor.
Paris Anlaşması karbon emisyonlarını azaltmaya, küresel ısınmayı sanayi devrimi öncesi gibi 1.5°C ile sınırlamaya yönelik hedefler içeriyor. Anlaşma bu çabaların tüm dünya için ortak olacağını ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında eşit olmayacağını vurguluyor. Tüm bu katkıların terazisinin iklim değişikliğini durdurmaya yönelik atılacak adımlar ve sorumluluklarda eşitlik olması için ulusal koşullar tarafından belirlenmesi gerekiyor.
Bu durum gelişmekte olan ülkelerin karbon emisyonlarının yoğun olarak salındığı endüstrilere bel bağlamalarına gerek kalmayacağı noktaya kadar karbon salmalarına izin verileceği anlamına geliyor.
Dünya Kaynakları Enstitüsü tarafından derlenen veriler, 2000 yılından bu yana 21 gelişmekte olan ülkenin bir yandan ekonomilerini büyütürken bir yandan da yıllık emisyonlarını azalttığını ortaya koyuyor. Bunun sonucunda, ekonomik büyümenin emisyonlarla ayrıştırılmasının mümkün olduğunu sonucuna varabiliriz.
Düşük Karbon Endeksi’nin 2016 yılındaki araştırması Hindistan, Güney Afrika ve Meksika gibi gelişmekte olan ismiyle sınıflandırılan ülkeler de dahil olmak üzere birçok G20 ülkesinin büyümesini koruduğunu belirtti. Aynı zamanda ekonomileri de karbon yoğunluğunu azaltıyor. Bir diğer araştırma ile Uluslararası Enerji Ajansı, küresel ekonomi büyümesi ile birlikte yıl boyunca sabit emisyonlar rapor etti.
2017 yılında yapılan bir araştırma yenilenebilir enerjinin bahsettiğimiz ayrışmayla bir ilgisi olup olmadığını üzerine çalışmalar yaptı. Elde edilen bulgular, yenilenebilir kaynaklardan daha fazla elektrik üreten ülkelerin genel olarak daha düşük karbon emisyonlarına sahip olduğunu gösteriyor. Bu umut verici sonuç yenilenebilir enerjinin emisyonları azaltırken ekonomik büyümeyi destekleyebileceğini ortaya koyuyor.
Sürdürülebilir Kalkınma Sürdürülebilir Enerjilerden Geçiyor
Bulunduğu coğrafya itibariyle güneş enerjisinden en çok yararlanabilecek kıta olan Afrika, Uluslararası Enerji Ajansı raporuna göre küresel kapasitenin %1’inden daha az olan en düşük kapasiteye sahip 5 GW güneş fotovoltaik kurdu. Kıtadaki herkese elektrik sağlamayı hedeflemek, elektrik üretiminde önemli bir artış gerektirecek. Kıtadaki elektrik talebi 2040 yılına kadar iki katından fazla olacak olması ise rapor edilen diğer bir detay.
Rapor bize, doğru politikalar ve uzun vadeli güven ile Afrika’nın enerji talebini yenilebilir enerji kaynaklarından karşılayabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda güneş enerjisinin hidroelektrik enerjiyi aşarak en büyük yenilenebilir enerji kaynağı olma potansiyelini ortaya koyuyor.
Rapor “Enerji verimliliğine odaklanmak, enerji talebindeki artışı engellerken ekonomik büyümeyi destekleyebilir.” vurgusu yapıyor.
Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerin yenilenebilir enerji planlarını benimsemelerini engelleyen önemli engeller olduğu göz ardı edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Gününümüzde de olduğu gibi karbon sıfır hedefi, ekonomik büyüme ve yoksulluğun azaltılmasına kıyasla gelişmekte ülkeler için öncelik sırasının gerisine düşüyor.
Ancak gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir enerjiler ile ekonomik kalkınma yaratmaları için büyük bir fırsat olduğunu da belirtmeliyiz. Her ülkenin kendine özgü koşullarına göre şekillendirilmiş en düşük emisyonlu yenilenebilir enerji stratejileri oluşturması, emisyonları azaltırken ekonomik büyümeyi sürdürebilmesi için hayati önem taşıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları, fosil yakıtların yarattığı yıkıcı riskler olmadan ekonomik faydalar sağlama potansiyeline fazlasıyla sahip. Enerji sektöründe iş olanaklarının yaratılması ve enerji bağımsızlığının sağlanması örneklerden yalnızca birkaçını oluşturuyor. Dünya çapında adil ve çevreye karşı sorumlu bir geleceğe geçişi sağlamak için küresel düzeyde koordine olunması gerektiğini düşünüyoruz.
İleri Okumalar: 10 Soruda Türkiye ve Paris İklim Anlaşması
Kaynak: earth.com