Etkinliğin isimini ilk gördüğümde, aylardır oturtmaya çalıştığımız ve gün içinde gerçekten mutlu eden bir konseptin olacağını anlamış ve oldukça heyecanlanmıştım. Bu heyecanla birlikte geldiğim Zorlu PSM’de, geleceğin fantezik olarak anlatılması beklentim pek karşılanmasa da hâlâ oldukça heyecan verici bir zirveye tanıklık edebildiğimi düşünüyorum. Yani memnunum.
Zirve kahve-simit-poğaça gibi ikramlarla başladı ve saat 10 gibi salonun açılmasıyla ilk konuşma için beklemeye geçtik. Sahneye çıkan ilk isim Cuma günü Creative Mornings etkinliğinde de görmeye hazırlandığım; tasarımcı, felsefeci, mühendis bir ‘öğretmen’ olan Michael Sturtz idi.
Lise sona kadar disleksi olduğunun fark edilmediğini ve yıllarca harfleri öğrenememesinin, heceleme konusundaki beceriksizliğinin sebebinin hastalık olduğundan bahseden Sturtz; kaynak-mekanik-elektronik ve daha birçok farklı ‘yaratma’ kabiliyetinin öğretildiği, öğrenildiği The Crucible’ı kuruş hikayesinden ve 12 yıl sonra artık orayı kendi kendine işleyen bir topluluk olarak bırakmasından da bahsetti.
Biraz teknik ve teknoloji ile her şey dönüştürülebilir
Sturtz; insanların yaparak/deneyerek öğrenmesi prensibini savunan generative learning üzerine ve çocukların 10 yaşından sonra yaratıcılığını kaybettiğine daha sonra 20 yaşına kadar düşüş yaşayabildiğine yaptığı vurgu ile konuşmasını bitirdi.
Cemil Şinasi Türün / Soner Canko
Bitcoin ve Blockchain hakkında konuşmak üzere sahneye çıkan ikili, esprili bir panele tanıklık etmemizi sağladı.
2008’de yayınlanan bir manifesto ile başlayan blockchain mantığının önemini anlatan ikili; Blockchain’de yapılan her işlemin, herkes tarafından görülebilir ve güvenilir olmasının en önemli özelliği olduğuna ve Blockchain’in sadece finansla alakalı bir kavram olmadığına vurgu yaptı. Cemil Şinasi Türün’ün esprili şekilde birkaç kez söylediği üzere aslında Türklerin yıllardır kullandığı vadeli çek sisteminin Blockchain ile aynı şey olduğunu ve şu an dünyada yıllık Bitcoin alışverişinin 60 milyon (Para birimini duyamadım) iken Türkiye’deki vadeli çek piyasasında dönen paranın 600 milyon olduğu gerçeğini öğrendik.
Blockchain; Centralized ve Decentralized kavramlarının hakim olduğu piyasalardan sonra günümüz dünyasındaki yeni hakim Distributed kavramı temelinde var olan bir sistem.
Blockchain iki insan arasındaki anlaşmanın güvencesidir
Bankalararası Kart Merkezi (BKM) Genel Müdürü Soner Canko: “Blockchain bizi “No Passport No Borders” kavramına oldukça yaklaştırıyor. Yurt dışında bir hastaneye gittiğimde sağlık geçmişime kolayca ulaşabilecekler ve bu benim açımdan güvenlik açığı doğurmayacak. Şu an bir hastanenin iki farklı şubesinde bile bu konuda sorun çıkabiliyor.” tarzı bir cümle ile her şeyi özetlemiş oldu.
Soner Canko ayrıca New York’ta gittiği bir kahvede kendisine verilen ‘sadakat kartında’ (Aslında dissloyatly card yani sadakatsizlik kartı) 10 farklı kafenin logosunun olduğunu ve hangi kafede kahve içerse içsin 10. Kahvenin, diğer bir kafede ücretsiz olarak alınabileceğini söyledi ve bunu blockchain mantığıyla bağdaştırdı. Sohbet, merkezi gücün kaybolup kaybolmayacağına dair konuşmalar ile kısa bir süre daha devam etti.
Şair ve gönül adamı Deniz Yılmaz ve onun yaratıcısı Bager Akbay
Sonrasında sahneye çıkan Bager Akbay; şair Deniz Yılmaz’ı anlattı.
Öncelikle, daha önce yaptığı projelerden bahseden ve insanlara robot özellikleri vererek nasıl bir deneyim yaşandığını not ettiği Artificial Stupidity projesini anlatan Bager Akbay daha sonra 2015 yılında “Eğer bir ‘varlık’ Posta gazetesi şiir köşesinde yer edinebiliyorsa toplum tarafından varlığı kabul edilmiştir” düşüncesiyle yola çıkarak şair bir yapay zekayı nasıl yarattığından bahsetti.
Önce harfleri teker teker öğrettiğini söyleyen Bager Akbay, sonrasında CNC’nin ucuna bir kalem takarak kağıda el yazısı şeklinde yazdırmış ve daha sonra bu yapay zekaya verdiği binlerce şiir ile makine öğrenimi dediğimiz yöntemi gerçekleştirmiş. Sonrasında romanlar ve diğer yazınsal kaynaklarla da beslediği Deniz Yılmaz için geriye sadece bir ‘yüz’ detayı kalmış.
Bu sorun da yine, posta gazetesinde bulunan tüm şair fotoğrafları toplanarak ve yapay zekanın ortaya yeni bir insan çıkarmasını isteyerek çözülmüş. Deniz Yılmaz’ın bu noktadan sonra şiirlerini kendisinin yazdığını ve Facebook’ta paylaştığını söyleyen Bager Akbay, Facebook’tan bildirim geldiğinde hemen şiiri okuduğunu ve Deniz Yılmaz’ın “küfürlü veya politik” bir şiir yazmasından endişelendiğini esprili bir şekilde söylüyor. Yaratıcısına göre; Deniz Yılmaz ütopik veya distopik bir AI robot yerine mahalle fırınında sıra bekleyen bir yapay zeka robotu.
2016 yılında Deniz Yılmaz’ın kariyerini geliştirmesini isteyen Bager Akbay, bir sergi için ilk fitili ateşleyen kişi olmuş ancak devamında hiç dokunmamış ve yapay zeka + yukarıda bahsettiğimiz distrubited kavramı sayesinde sergi ‘otomatik’ olarak gerçekleşmiş.
Sanatçı bu konuda “Sergi açılmadan hemen önce gittiğimde orada hiç tanımadığım birisi şiirleri düzenliyordu, sistemde bu görev ona düşmüş ve o da gelip yapmış” dedi.
Ayrıca Bager Akbay Posta gazetesinde şairleri seçen kişiye “Neden Deniz Yılmaz’ı kabul etmediniz?” diye sorduğunda “Yurt dışından yeni gelmiş gibi bir havası vardı” cevabını almış.
Deniz Karaşahin, Çağatay Başdoğan, Metin Salt ve Prof. Dr. Zehra Çataltepe
Vestel Ventures genel müdürü Metin Salt, tazi.ai kurucu ortağı ve İTÜ Bilgisayar öğretim üyesi Prof. Dr. Zehra Çataltepe, Koç Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Robotik ve Mekatronik Laboratuvarı Direktörü Çağatay Başdoğan ile Osteroid Sağlık Teknolojileri Kurucusu Deniz Karaşahin’in katılımıyla mini bir panel daha düzenlendi.Deniz Karaşahin 3B yazıcılar sayesinde protez uzuvların ve diğer ihtiyaçların nasıl kolayca giderildiğinden bahsetti ve bu alanda yaptığı işleri anlattı. Profesör Zehra Çataltepe makinelerin henüz dünyayı ele geçirmekten çok uzakta olduğundan bahsederken Çağatay Başdoğan telefonlar üzerinde yaptıkları geri bildirimli/sürtünmeli dokunmatik ekrandan bahsetti. Amaçları; en önemli duyu organı olan dokunmanın dijital cihazlara adapte edilebilmesi ve farklı kolaylıklar sağlaması. Aslında konuşmaya “Eskiden telefonlara bakmadan mesaj yazabiliyorduk ama şimdi gözümüz telefonda olmak zorunda” gibi basit bir örnekle giren Çağatay Başdoğan; alışveriş yaparken alacağımız pantolonun kumaşını telefon ekranımızda hissedebileceğimiz gibi örneklerle tezini güçlendirdi ve dikkat çekti. Şu an üniversitedeki laboratuvarlarında bunun üzerine çalıştıklarını ve birçok teknoloji fırmasının da bu tarz çalışmalar yaptığından bahsetti.
Vestel Ventures genel müdürü Metin Salt; girişimci gençlere destek olmayı sevdiklerini ve her projeyi dinlediklerini söyledikten sonra şu an Zorlu Grup’un otonom ve yapay zeka teknolojileri üzerine AR-GE çalışmaları yaptığını da aktardı.
“Birkaç ay önce oğlum oyun oynarken kızıyordum, bir keresinde televizyonda oyun oynayanları izlediğini görünce daha da kızmıştım ancak geçen ay Türkiye’de 1,5-2 milyona yakın insanın izlediği LOL finalini salonda izledim” diyen Metin Salt, teknolojinin ne kadar hızlı ilerlediğini ve kültürün nasıl değiştiğini fark ettiği fikrini “Bu kadar fazla kişinin izlediği tek şey derbiler” örneğiyle destekledi.
Zehra Çataltepe “İki sene önce öğrencilerime algoritma üzerine daha çok çalışmalarını söylerken şu an birlikte çalışabilme yetisi üzerine çalışmalarını söylüyorum” diyerek Blockchain sistemine ve dünyada gelişen bireysellik akımının aksine birlikte çalışma kalitesinin artmasına da vurgu yaptı. Sunucu Levent Erden’den gelen soru üzerine “Öğrenciler mezuniyete kadar dünyadaki rakipleriyle aynı seviyede ancak mezun olduktan sonra iş fırsatları ve iş alanları konusunda geri kalıyorlar” yorumunu yaptı.
Tekerlek var mı? Var. Dönüyor mu? Dönüyor. Nereye takıp döndereceğiz?
Bu konuşmadan sonra yemek arası verilen etkinlik yaklaşık 1 saat sonra 2. Bölümü ile tekrar başladı ve “Datafobik” kod adıyla Sosyolog ve içerik yöneticisi Elif Demirci söz aldı.
Elon Musk üzerine yaptığı araştırmaları anlatan ve bu çılgın dahinin herkes tarafından fark edilmesini görev edinmiş datafobik, uçakların yaratıcısı Wright kardeşlerden başlayarak; SpaceX’in piyasada devrim yaratıp NASA’nın desteğini almaya hak kazandığı, gidip geri dönebilen roketlerinden bahsetti.
İnsani bir liderin hikayesine inanıyorum ve onu herkese anlatmaya çalışıyorum
Olof Van Winden “Sanat teknoloji ve karmaşa”
Today’s Ideas For Tomorrow’s Culture
“Seviyoruz çünkü bize sonsuz iletişim ve bilgi gücü veriyor” diyerek başladı konuşmasına Olof, teknolojiden bahsederken. 2023’te insan bilgisayarlar beklediğini bahsettikten sonra, artık dikeyde değil yatayla gelişmemiz, artık biraz değişmemiz gerektiğini de vurguladı. Marka, çıkar, ego, patentler, korkular yerine; paylaşma, beraber hareket etme, birleştirme, açık fizik sistemleri uygulama gibi kavramlar üzerinde kendimizi beslememiz gerektiğinden bahsetti. “Çünkü dikey konumdaki her şey çökebilirken yatay konum sonsuzdur”
Bilime inanıyorum ancak sadece bilime değil. Çünkü bilim gerçeği verir, o bilgi değer verilmeye (kültüre) muhtaçtır.
Olof; Tıp-hukuk ve diğer sektörlerin etik bir dile sahip olduğunu ancak henüz yeni teknolojilerde bu soruların cevaplanmaya ihtiyacı olduğunu söyledi.
Daha aktaracak çok şey söyledi aslında ama yazı bu haliyle bile uzun olduğu için burada kısa keseceğim.
Sonrasında sahneyi alan Refik Anadol; Surfake, Nvidia drivenet gibi projelerden bahsetti ve “uçan arabalar, robotlar, yapay zeka, otonom araçlar, Alpha Go, Atomic Brain, Beyne bilgi yükleme, mini beyinlerin güzelliği” gibi kavramlar hakkında kısa kısa örnekler verdi. Üzerinde uğraşılan birçok şeyin eşyalara can verebileceğini ve bundan 10 yıl sonra sınıfta bulunan bir öğrencinin, sınıfın duvarından geçmişe dair bir şeyler öğrenebileceğini söyledi.
1.700.000 dosyanın arşivlenmesi ve makine öğrenimi sayesinde bunlardan güzelce yararlanılması üzerine kurgulanmış Archive Dreaming projesini anlatan Refik Anadol, “Artist and Machine Intelligence (AMi)” kavramından bahsederek konuşmasını bitirdi.
Refik Anadol’dan hemen sonra sahneye çıkan Fransız aksanlı abimiz Damien Henry de tam olarak Machine Intelligence for Artists konusundan bahsetti. Google’ın Arts and Culture hizmetinin Paris ofis yetkilisi ve Google Cardboard’ın yaratıcılarından birisi olan Damien, Computer Vision (Bilgisayarlı görme) sayesinde nasıl kategorizasyon yapıldığını anlattı ve Google Arts and Culture web sitesinde bulabileceğimiz özellikleri gösterdi.
İki eser arasında benzerlik/bağlantı arayan X degrees of separation ve makine öğrenimi ile oluşturulmuş sanat haritası T-Sne Map bölümleri üzerinde özellikle durdu.
Ersin Han Ersin “Orada olmanın sanatı”
Bilim, sanat ve teknoloji üçgeninde çalışan sanatçılardan birisi olan Ersin Han Ersin; Tribeca film fest ve Marshmallow Laser Feast’ten bahsettikten sonra sanal gerçeklik, arttırılmış gerçeklik ve karışık gerçeklik üzerine yaptığı çalışmaları anlattı.
“In the Eyes of the Animal” projesiyle birlikte hayvanların gözünden ormanların nasıl göründüğünü insanlara göstermeyi hedeflediklerini söyleyen Ersin Han, bu konuda yaptıkları birkaç işten örnekler sundu. Sivrisineklerin karbondioksiti gördüğünü ve bu sayede karanlıkta bizi bulabildiklerini, Yusufçuk’un saniyede 300 kare gördüğünü ve bu sayede sineğin gideceği yönü bilerek, o noktaya gidip ağızını açıp beklediğini öğrenmiş olduk.
Amerika’da kesilen ve sadece %5’inin sağ kaldığı en yaşlı ve en dev ağaçların bulunduğu ormanda bir ağacı taradıklarını söyleyen Ersin, 8 milyar lazer noktası ile 3 gün boyunca tarama gerçekleştirmelerinin sonucunda Digital Fossil (the Wood Wide Web) oluştuğunu ve bunun bilim adamları veya sanatçılar için güzel bir kaynak olabileceğini anlattı. Bknz: TreeHugger
Sonrasında sahneyi alan Pınar Yoldaş; daha önce hazırladığı İngilizce metni okumayı tercih ettiği için zaten yorulmuş olan salonun yarısı boşaldı ve ben de kıt İngilizcemle konunun birçoğunu anlayamadım ancak genel olarak “Big data small world” ekseninde, yapay zeka ve makine öğreniminin ne gibi konularda karşımıza geleceğine dair bilimsel bir yazıydı.
Arada bir kullandığı sunumdan (slayt) anlayabildiğim kadarıyla; yakın gelecekte doktorların bizim tüm hastalık geçmişimize ve hücre detaylarımıza vakıf olabilecek olmasından, daha trafik oluşmadan önce tahmin edilebilecek olmasından ve binaların şu an bile kendi masraflarını azaltıyor olmasından bahsetti. 2039 yılında politikacıları yerinden eden bir yapay zeka olabileceğini söyleyerek #evham konusunu da boş geçmedi.
Yüz analizi ile duygu tahmini yapabilen Affectiva ve KittyAI projelerinden de bahseden Pınar Yoldaş “yapay zekanın yüzü yok; yüz duyguları dışa vuran önemli bir detay” diyerek, ilerde yaşayacağımız problemlerinin kaynağı olabilecek o ince parametreden bahsetmiş oldu.
IBM’in Bob Dylan ile geliştirdiği proje de konu içerisinde geçti, araştırılmaya değer gibi duruyor. Bir bakın derim.
Kendisine computational artist diyen Memo Akten yapay zeka ve makine öğrenimi algoritmalarını kullanarak bilgisayar üzerinde sanat yapıyor.
Çalışmalarından estetik örnekler sunan Memo Akten bilgisayar tarihinden; Charles Babbage, Ada Lovelace ve Alan Turing gibi isimlerden bahsetti.
Tamamen yorulmuş ve yarısı boşalmış ve yemek molasına denk gelmiş bir ‘topluluğu’ devralan Liam Young uzun süreli özel bir kolajla baş başa bıraktı bizi. Dijtal gürültüye sahip bir video üzerine kendi efektli sesiyle bir şeyler anlatmak isteyen Liam’ın söylediklerini şahsen ben hiç anlamadım. Hem ütopik hem distopik bir gelecekten kesitlerin olduğu videoda “Hello City” teması vardı.
“Artık sadece kendimiz için değil bahsettiğimiz sistemler (teknolojiler) için şehirler yaratıyoruz” diyen sanatçının videosunda kullandığımız ürünlerin ham maddelerinin nasıl çıkarıldığına ve çıkarılma aşamasında çocukların nasıl kullanıldığına dair kesitler de bulunuyordu.
Yorumlarım
Bu konuda tecrübeli olduğumu iddia edemem ancak ikinci yarısıyla birlikte organizasyon sıkıntıları yaşansa da çok güzel bir zirve olduğunu düşünüyorum. Yazının başında da bahsettiğim gibi biraz daha fanteziye dayalı, biraz daha senaryolaştırılmış ve gün içinden detaylar duymayı da isterdim. Mesela sürekli dijital sanatlardan bahsedildi ancak asla sanal gerçeklik veya artırılmış gerçekliğin normal yaşamdaki karşılığına değinilmedi.
Verilen aralarda networking ve soru fırsatları oluyordu, bunlardan birisinde Bager Akbay ile konuşma fırsatı buldum ve kendisinin “yapay zeka ve robotlar” herkesi işsiz bırakacak evhamlarına katılmadığını gözlemledim. Her ne kadar yapay zekaya güveniyor olsa da insanların yine bir çaresini bularak kendi mutluluklarını sağlayacağını düşünüyor. Önceki sanayii devrimlerinde de aynı senaryonun yaşandığı detayını da ekledi.
Bulabildiğim kısacık fırsatta “Teknoloji bizi işsiz bıraktığında ne olacak?” yazısından bahsettim ancak kendisi dünyanın henüz bir ütopyaya veya distopyaya gitmediğini düşünüyor. Bu konuda kesin bir karşılıklı cümle kuramadan araya kalabalık kaynadı.
En son bir film gösterimi ve soru-cevap seansı arasındaki planlama kötü olunca ve saat artık 17.00 olduğundan dolayı yemek yemeye gittiğim için soru-cevap seansını kaçırmış bulundum.
Sonuç olarak; bu digi.louge’un 2. etkinliğiymiş ve yeterince tatmin ediciydi. Özellikle Levent Erden’in muhteşem sunuşu organizatörün doğru tercihi olarak kabul etmek gerekir.
İlerde çok daha güzellerini düzenleyeceklerine inanıyorum. Kim bilir belki birlikte bir şeyler yaparız. 🙂