Hepimiz geleceğimiz üzerine kafa yoruyoruz. Yeni riskler oluştuğunda, soru işaretleri ufku kapladığında bu düşünce mesaimiz iyice artıyor. Bunlarla baş edebilmek için her birimiz farklı bir yol geliştirmeye çalışıyoruz. Bu noktada gelirimizi rahatlıkla bugün yaptıklarımızın ve gelecekte yapabileceklerimizin en büyük karar vericilerinden biri olarak düşünebiliriz.
Evrensel Temel Gelir (UBI) neydi?
Evrensel Temel Gelir bu bağlamda kimilerince çözüm olarak öneriliyor, çeşitli yerlerde kısmen uygulanıyor. Dolayısıyla UBI’ye hiç de yabancı değiliz. Bu gelirin beş adet temel şartı mevcut: periyodik, nakdi, bireysel, evrensel ve koşulsuz olması.
Teknolojinin yapay zekâ ve kalifiye robotlar marifetiyle en iyi üretimi en az maliyetle yapmayı mümkün kılabileceği öngörülüyor. İyimser baktığımızda bunun UBI ile gelir eşitsizliğine olumlu etki edebileceğini düşünebiliriz. Bu oldukça çekici bir ihtimal. Bu ihtimalin aynı oranda basit olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Dolayısıyla bu karmaşıklık birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor.
UBI Bu Haliyle Ekonomik Olarak Mümkün mü?
UBI’nin toplumsal ve psikolojik etkileri bir süredir tartışılıyor. Gel gelelim, yukarıdaki beş şartın da karşılanarak UBI’nin uygulanması halinde neler olacağı biraz daha karmaşıklaşıyor. İşçi-işveren, burjuva-proleterya, istihdam-işsizlik, sermaye-yatırım, tasarruf-harcama gibi günümüzün basit kavramlarının mevzubahis robotların maliyeti minimize ettiği bir senaryoda yeniden tanımlanması hatta tedavülden kalkması gerekecek.
Bu denli kökten toplumsal ve kültürel etkileri bir yana, UBI iktisadi olarak da yeni, ihtilaflı, ilgi çekici ve sorgulanmaya değer. Bu yazı, Evrensel Temel Gelir’in ekonomik bakış açısından mevcut parasal sistemle uygulanabilirliğini güncel örneklerle inceleyen bir beyin fırtınası olacak.
Para Nasıl Değerlenir?
Konumuz nakdi maaş olduğundan, paradan başlayalım. Para neticede kağıt yahut madeni bir cisim. Kabaca değiş tokuş sırasında aracı olması haricinde işe yaramıyor. Buradan değerini ancak bizim ona bunu atamamız sayesinde aldığını anlayabiliriz. Yani bir muz gibi, buzdolabı gibi, altın gibi kendinden değeri yok. Peki biz bu değeri paraya nasıl atıyoruz? Ekonominin sarsılmaz prensibiyle: arz ve talep. Paranın arz kısmını ülkelerin bağımsız olması gereken merkez bankaları oluşturdukları politikalarla belirliyor, talep tarafını ise biz halk olarak o parayı kullanma isteğimizle belirliyoruz.
Hal böyleyken, paranın değeri dediğimiz şey gerçek bir değeri karşılamıyor. Arz sonsuza gitse de talep sıfıra inse de para pul oluyor. Bunlar zaten hepimizin bildiği şeyler olsa da paranın nominal değere sahip olması yani gerçek bir değere dayanmayıp sayılardan oluştuğunu anlamak için yerinde örnekler.
Paranın Değer Kaybı: Enflasyon
Parayı açıkladıktan sonra, fiyat seviyesini de arz talep çerçevesinde inceleyelim. Para arzı ile enflasyon arasında doğrusal bir ilişki olduğu malum. Piyasada daha fazla para olması, insanların parayı elde etmesini kolaylaştırıyor. Böylece parayı elde edebilen kişiler yeni şeyler talep etmeye başlıyor. Bu basit sebep sonuç zincirinin sonunda para arzı yani piyasadaki toplam talebi artırmış oluyor. Bu da fiyat seviyesinin artmasıyla sonuçlanıyor, işte enflasyon.
UBI Nasıl Nakdi (Parasal) Olacak?
UBI’yi seçim vaadi olarak sunan Andrew Yang gibi bu projeye inanan kimseler bu sistemin enflasyona neden olmayacağını savunuyor. Buna getirdikleri açıklama şöyle:
“UBI alım gücünün, zenginden fakire transferi şeklinde olacak. Maaşı alacak insanlar için yeni para basılmayacak. Para arzı artmadığı için de enflasyon olmayacak.”
Salgında UBI Nasıldı?
Evrensel Temel Gelir’i Covid-19 salgını esnasında nasıl gözlemledik? Çeşitli ülkelerde halka nakdi yardımlar yapıldı. Ülkemizde de İhtiyaç Destek Kredisi ve Tatil Kredisi gibi kolay ödemeli imkanlar sunuldu. Bu kısmi UBI örnekleri söylenildiği gibi varlığın yukarıdan aşağıya iletilmesi ile mi gerçekleşti yoksa para arzı mı artırıldı?
ABD ve Türkiye para basan ülkelerden ikisi. Kredi ve hibe gibi yollarla dağıtılan parayı, hükümetler sıfırdan yaratarak sundular. Buna bütün bütün kötü diyemeyiz. Salgında kapanma tehlikesi yaşayan iş yerlerinin acil borçlarını ödeyebilmesini sağlamak gibi mantıklı sebepleri var. Her ne olursa olsun bu çözüm yolu enflasyon yaratmaktan kurtulamadı. Ülkemiz için verileri inceleyelim.
İlk olarak gayri safi yurt içi hasılanın bütün dünya için olduğu gibi ülkemizde de salgın nedeniyle küçülmesinin beklendiğini belirtmek gerekiyor. GSYH, belirli bir zaman aralığında üretilen tüm son ürünlerin, ekonomik değeridir. Kısaca üretim. Üretim ise temelde gelirle aynı şeydir. Yaşadığımız dünyada ürettiğimizi kazanırız. Salgın dolayısıyla bu üretim arzı bir şoka uğradı. Eşleniği gelir de doğal olarak azaldı.
Türkiye için yılın ikinci çeyreğinde yüzde ona yakın bir küçülme bekleniyor. Bunu kazancımız olarak düşünelim. 100 lira kazanıyorken bu küçülme nedeniyle artık aşağı yukarı 90 lira kazanacağız. Almayı düşündüğümüz ürün de 100 lira olsun. Bu esnada para basımı nedeniyle enflasyon oluştu. TCMB, verilerine göre Mayıs 2020’de bir önceki aya göre fiyatlar %1.36 arttı. Bu bir önceki ayın artış hızının nerdeyse 1,5 katı. Ürün artık 101 lira.
Sonuç olarak, salgın nedeniyle gelirimiz azalırken, diğer etkenlerin yanında para arzındaki artış da fiyat seviyesini yükseltti. Elimize belli bir sayıda para geçmiş oldu. Fakat bu üretimle karşılanamadığı için değer kazanamadı ve gerçek bir gelir olarak fayda sağlamadı. Üretim azalması ve para arzının artışından önce alabildiğimiz ürüne artık gücümüz yetmez hale geldi.
Neden Savunulduğu Gibi Olamadı?
Bu desteklerin ve UBI’nin savunulduğu gibi yukarıdan aşağıya bir alım gücü transferi haline gelebilmesi için dev çaplı vergi reformları ve sistem değişikliklerine ihtiyaç var. Mevcut sistem böylesi bir dağılıma cevaz vermiyor. Sermayedarları, milyonlarca insanı besleyecek bir gelir kaybına ikna etmek pratikte çok mümkün gözükmüyor.
Üretim akıl almaz noktalara ulaşsa ve bu gelir küçük bir grupta toplansa dahi bunun aşağıya öylece dağıtılabileceğine inanmak güç. Bunun için büyük gümbürtülerin kopması gerekiyor. Bir şekilde sistem böyle düzenlense bile, üreticiler böyle bir dağıtım ile üretime eskisi gibi hevesli olmayabilir. Bu da genel bir daralmaya sebep olarak herkesin gerçek gelirini düşürebilir.
Evrensel Temel Gelir’i Parayla Almak Zorunda Mıyız?
Şimdi esas konumuza dönelim: robotlar tüm işi yapıyor, müthiş verimlilikte bir üretim var, maliyet en aza inmiş. Harikulade. Parasal sistem de devam ediyor. Üreticilerin paralarını vermeye rıza göstermeyeceği kabulüyle devam ediyoruz. Tıpkı bugünkü gibi. Senaryomuza göre Evrensel Temel Gelir artık uygulamaya geçmiş bulunuyor.
Gelir yukarıdan alınıp aşağıya verilemeyeceği için bu senaryo da salgın esnasındaki Türkiye örneğinden farklı olamayacak. Evrensel Temel Gelir’in beş prensibinden biri olan nakdilik, bu şartlar altında kendini anlamsız kılan bir etkiye sahip olacak.
Parasız Maaş Nasıl Olacak?
Peki çaresiz mi kaldık? Evrensel Temel Gelir mümkün değil mi? Cevap, hayır. UBI gayet mümkün ve insanlar arasındaki uçurumu yok edebilecek potansiyelde bir çözüm. Maaşın nominal değerler üzerinden değil de reel değerler üzerinden sağlanması maaşı alan insanların değer kaybının önüne geçebilir ve UBI’yi daha sürdürülebilir kılabilir.
Tıpkı muz gibi, altın gibi, buzdolabı gibi reel değerler. Ancak bu da paranın ortadan kalktığı bir dünya demek. Parasal sistemden vazgeçmek kolay ve aniden olabilecek bir şey değil. İşin içine çıkar çatışmaları, devletler, ön yargılar, sermaye sahiplerinin takınacağı tavırlar ve toplumsal refleksler giriyor. Bunca değişkenin olduğu bir denklem hemen çözülmeye aday değil.
Her şeye rağmen, üst düzey becerikli robotların insanların çalışmasına gerek bırakmadan en iyi kalite ürünleri üretebildiği ütopik bir dünyada paranın olmayacağını hayal etmek imkansız değil. Üstelik kripto para gibi teknolojilerle parasız olmasa da en azından “nakitsiz” bir dünyaya yavaşça ilerlerken. Ancak böyle bile her şeyi çözemiyoruz.
İnternet, elektrik, su, gıda gibi değerler insanlara ne kadar temin edilebilecek? Eğer miktar kısıtlaması olursa buna kim karar verecek? Yeni uçurumlar mı araya girecek? Mülkiyet kavramına ne olacak? Üretime katılmayan insanların sayısı bu gelir yüzünden artarsa, toplam gelir azalınca sistem çökecek mi? Mevcut şartlarda kaba bir komünizm önermesinden ileri gidemeyen bu önerme de ilki kadar sorularla dolu.
Zenginliğimizin Kaynağı Teknoloji
Tüm sorular ancak üretimin yani gelirin sonsuza yaklaşmasıyla çözülebilecek haldeler. Üretimin ve gelirin sonsuz olduğu, paylaşmanın kimseden bir şey eksiltmeyeceği bir gelecek ile. Öylesine imkanlara ulaşmış bir dünya parayla ölçüme neden ihtiyaç duysun ki?
Herhangi bir ürüne ulaşılmasının marjinal maliyetinin sıfır olduğu bu gelecekte, paranın unutuldğu bir dünyada insanları refah içinde düşlemek heyecan verici. Bu konuda teknolojiye ve pek çalışkan robotlara güvenmekten başka yol gözükmüyor.
Robotların bütün işi -gerçekten bütün- üstlendiği bir teknolojik seviyeyi korkuyla değil umutla bekleyebiliriz. Üretim araçlarının onlar sayesinde öngürülen olağanüstülüğe ulaştığı ancak bunun işsizliğe, savaşlara ve fakirliğe yol açmadığı, eşitliği ve zenginliği sağladığı bir dünya oluşturabiliriz.
Her birimizin imkanına şartsız sunulacak gerçek ürünlerin -para değil- olacağını ve bunlar kısıtlı olsa dahi paylaşmaktan yana irade göstereceğimizi ümit etmek bu ütopyaya inancımızı pekiştirebilir. Daha eşit ve daha zengin bir dünya hayalimize destek olabilir. İşi robotlara bıraksak da, insanlığımızı dinleyebilir ve asırlardır hayalini kurduğumuz bilim, sanat ve felsefeye odaklanabiliriz.