1990’ların başında sürdürülebilirlik savunucusu Mathis Wackernagel ve ekolojist William Rees tarafından ortaya atılan ekolojik ayak izi (ecological footprint) kavramı ekolojik sürdürülebilirliği ölçebilen bir doğal kaynak hesaplama aracı oluşturmayı amaçladı.
Bu kavram en basit tanımıyla, insanların hem doğadan talep ettikleri kaynakları hem de doğal dengeyi bozmaları karşısında sürdürülebilir bir gelecek için gerekli “[tooltip tip=”1 yıllık döngü içinde gezegenin ürettiği doğal kaynaklar”]dünya sayısı[/tooltip]nı” hesaplamaya dayanıyor.
Her yıl açıklanan ekolojik ayak izi raporuyla gezegenin 12 ayda ürettiği doğal kaynakların kaç ayda tüketildiği gösteriliyor, insan faaliyetleri sonucu bozulan ekosistem dengelerini hesaplamak ve ekosisteme geri kazandırılması gereken doğal kaynak miktarının belirlenmesi hedefleniyor.
Raporda dünya kaynaklarının o yıl için tükendiğinin belirtildiği gün Dünya Limit Aşım Günü olarak kabul ediliyor. Bu tarih insanlığın doğa üzerinde bir takvim yılı içinde yarattığı talebin dünyadaki kaynakların yenilenme hızını aştığı günü temsil ediyor.
2020 Yılı Ekolojik Ayak İzi Raporu
Bu yıl açıklanan raporda Dünya Limit Aşım Günü bir önceki yıla göre üç hafta ilerleyerek 22 Ağustos tarihine denk geldi. Özetle 22 Ağustos 2020 Cumartesi gününden itibaren insanlar içinde bulunduğumuz yıla ait yenilenebilir bütün kaynakları tüketmiş oldu ve payına düşenin üzerine geçerek gelecek yılın kaynaklarından tüketmeye başladı.
3 Haftalık İlerleme Ne Anlama Geliyor?
2020 yılında Dünya Limit Aşım Günü’nün 2019 yılına göre 3 hafta ilerlemiş olması bizlere koronavirüs salgını ve alınan tedbirlerin gezegenimizin kaynakları açısından meydana getirdiği sonuçları gösteriyor. Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nün verilerine göre, doğal kaynakların tüketiminde kaydedilen %10’luk gerileme ağaç kesiminin azaltılması ve karbondioksit salınımındaki düşüş sonucu sağlandı.
Salgın, önlemler ve ekolojik ayak izi arasında ne gibi bir ilişki var? Evren, tarih kitaplarına geçecek küresel pandemiyle insanlığa potansiyel krizlerle ilgili bir mesaj mı vermek istiyor?
3 haftalık gecikme uzun yıllardan beri görülmemiş bir iyileşme ve ekolojik kaynakların yenilenebilirliği konusunda umut vaat ediyor. Fakat uzmanlara göre bu kalıcı bir gelişme değil; merkezi otoritelerin koronavirüsle mücadele kapsamında aldığı sıkı tedbirlerin doğal bir sonucu olarak değerlendiriliyor.
Sosyal izolasyon, üretim-tüketim yöntem ve alışkanlıklarımızı değiştirerek ekolojik dönüşüm için bir fırsat sundu. Daha yalın bir yaşamın mümkün olduğu, çığırından çıkmış tüketim trendlerinin gözden geçirilmesi gerektiği anlaşıldı. Sokağa çıkma yasağıyla günler, haftalar ve hatta aylar boyu evlerine kapanmak zorunda kalan insanlar, asgari ihtiyaçlarını karşılamanın yeterli geldiğini uzun bir süre sonra hatırlamış oldu.
Pandemi süreci ve değişen alışkanlıkların gezegen adına olumlu sonuçlara yol açması insanlığa gelecek adına ışık tutabilir. Çünkü sürdürülebilir bir geleceğin önünde salgının tetiklediği küresel ekonomik buhran ve muhtemel iklim krizi gibi tehditler varlığını sürdürmeye devam edebilir.
Pandemi – Ekonomik Resesyon – Ekolojik Ayak İzi Üçgeni
“Küresel ölçekte insanlığı tehdit edecek en önemli krizlerden biri iklim krizidir. İklim krizinin etkileri, önlem alınmadığı takdirde Koronavirüs salgınının etkileri ile karşılaştırılamayacak kadar çok daha fazla, çok daha tahrip edici olacak gibi gözüküyor. Ekonomik büyük buhran ise salgın öncesi de beklenen ve salgının etkisiyle büyüyen bir potansiyel tehdit olarak göze çarpıyor.”
Uluslararası Para Fonu (IMF), salgın sonrası yaşanabilecek ekonomik resesyona dikkat çekti ve 1929’da yaşanan Büyük Buhran’dan sonra küresel düzeyde en ciddi daralmanın yaşanabileceğine vurgu yaptı. Bu iki önemli tehditle başa çıkmak için 2020 Ekolojik Ayaz İzi’nin gözler önüne serdiği olumlu tablodan hareketle iki önemli politika öne çıkıyor:
Uyum ve Azaltım Politikaları
Azaltım politikaları sera gazı emisyonlarının düşürülmesini, uyum politikaları ise değişen iklime uyum sağlayarak olası zararların asgari düzeyde tutulmasını kapsıyor. Bu iki yaklaşım birbirinin alternatifi değil, aksine birbirini tamamlayan politikalar olarak düşünülebilir.
“Azaltım ve uyum politikaları arasındaki en temel fark, azaltım politikalarının küresel bir kamu hizmetiyken, uyum politikalarının özel sektör tarafından uygulandığında özel hizmet, devlet tarafından uygulandığında yerel veya ulusal kamu hizmeti olmasıdır.”
-Çevre, Enerji ve Sürdürülebilirlik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu
Uyum ve Azaltım Politikaları Ülkeleri Nasıl Etkileyecek?
Ayşe Uyduranoğlu azaltım politikalarının başarısı uluslararası iş birliğini gerektirdiğini ve uluslararası iş birliğinin sağlanamaması halinde iktisat yazınında “beleşçi” olarak tanımladığımız sorunun ortaya çıkacağına dikkat çekiyor.
Kısa dönemli analiz yapıldığında azaltım politikaları ülkeler açısından maliyetli politikaları beraberinde getirebileceği fakat azaltım politikalarına katkıda bulunmayan ülkelerin iklim değişikliğindeki yavaşlamadan fayda sağlayacakları vurgulanıyor. Bu durum da onları iktisadi bağlamda “beleşçi” konumuna getirebilir.
Uyum politikaları ise iklim değişikliğini temel bir veri olarak kabul edip, iklim değişikliği sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkacak maliyetin asgariye indirilmesini hedefliyor. Uyum politikaların uygulanabilmesi için azaltım politikalarında öngörülen farklı senaryolara göre hangi bölgelerin ve sektörlerin nasıl etkileneceğinin belirlenmesi zorunluluk arz ediyor.
Bu iki politika birbirini tamamlayarak hem iklim krizi hem de iktisadi krizle alakalı ülkelerin iş birliği içinde alabileceği etkin önlemleri gözler önüne seriyor. Detaylı bir risk haritası ve ekonomik yaptırımla sürdürülebilir bir gelecek konusunda sağlam adımlar atılabilir.
Şirket Politikaları Bu Durumdan Nasıl Etkileniyor?
Artık çoğu şirket, politikalarında çevreci atılımlara yer veriyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında Amazon, Google, Microsoft, Apple gibi büyük kuruluşlar karbon nötr olmak konusunda girişimlere imza attığını duyurdu.
Var olan teknolojiyi çevreci politikaları desteklemek için kullanan kuruluşlar hem sürdürülebilir bir gelecek inşa etmenin önemine dikkat çekiyor hem de ulaşılabilir hedeflerle sürece katkıda bulunuyor. Birçok öncü kuruluş ve devlet çevre politikalarını teknolojik destekle genişletmiş durumda; bu da son yıllarda bu konudaki bilinç ve kararlılığın arttığının en çarpıcı göstergelerinden biri olarak göze çarpıyor.
Ekolojik Ayaz İzini Küçültmenin Anahtarı: Teknoloji
Sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda global bazda öncü projeler sürdürülüyor. Geçen yıl Bill Gates ve Los Angeles Times’ın sahibi Patrick Soon-Shiong tarafından desteklenen Los Angeles merkezli temiz enerji şirketi olan Heliogen, güneş enerjisinden aşırı ısı üretmek için çığır açan bir yöntem keşfettiğini açıklamıştı. Uzmanlara göre sistem tamamen ölçeklendirilir ve dünya çapında yaygınlaştılırsa, dünyadaki sera gazı emisyonlarının %20 oranında azaltılmasına yardımcı olabilir.
Güneş panelleri kullanılarak elde edilen güneş enerjisi, sera gazı emisyonlarının artmasının ardındaki en büyük sebep olarak gözüküyor. Bu santrallerin aksine, Heliogen’in patentli teknolojisi güneş ışığını tek bir noktaya yansıtmak için aynaları kullanıyor. Bu teknoloji daha önce hiç kimsenin herhangi bir güneş enerjisi sistemi ile ulaşamadığı bir sıcaklığa erişebiliyor.
Ayna alanlarının konumlarını ayarlamak için yapay zekâ ile çalışan bilgisayarla görme yazılımı kullanan Heliogen, güneş yüzeyindeki sıcaklığın beşte birine eşit olan ve şu anda süreçleri yalnızca fosil yakıtlara dayanan çimento, çelik, cam ve diğer endüstriyel ürünler yapmak için yeterince sıcak olan bin santigrat derecenin üzerinde ısı üretebiliyor.
“Fosil yakıtların fiyatını yenebilecek ve aynı zamanda CO2 emisyonu yapmayan teknolojiyi piyasaya sürüyoruz.”
Heliogen’in kurucusu ve CEO’su Bill Gross
Sera gazı emisyonlarını büyük ölçüde azaltabilecek yeni güneş enerjisi santralleri Covid-19 salgını nedeniyle üretimde aksaklık yaşadı fakat devrimsel proje azaltım politikaları için umut verici gözüküyor.
2020 yılı Dünya Limit Aşım Günü gezegenin kısa bir sosyal izolasyon dönemi sonrasında bile kendini çok daha hızlı yenileyebilecek gücü olduğunu gösterdi. Üretim ve tüketimde eski yöntem ve alışkanlıklara dönmemenin, sürdürebilir bir gelecek için gezegene sahip olduğumuz teknolojiyle yardım etmenin ve potansiyel krizlerle mücadelede etkin önlemler alabilmenin insanlığın elinde olduğunu gösteriyor.
Yayımlanan ekolojik ayak izi raporuyla evrenin bize ne anlatmak istediğini doğru yorumlamak, yaşanılabilir bir dünya için üzerimize düşeni yapmanın ilk adımı olabilir.
Yazar: İpek Torunoğlu
Editör: İrem Karaduman
Kaynak: Footprintnetwork