Bugün çekilen ve geleceği işaret eden filmleri izleyip, burada daha önce paylaştığımız haberlerle bağdaştırarak bir ‘gelecek yorumu’ oluşturduğumuz inceleme serisinde Ready Player One‘dan sonra bugün de Black Mirror Bandersnatch’e göz atacağız.
Yarattığı kendine has tarz ile gelecekte sahip olabileceğimiz en kötü senaryoları bugünden gözlerimizin önüne seren evhamlı bilim kurgu dizisi Black Mirror’ın çok beklenen etkileşimli bölümü Bandersnatch geçtiğimiz günlerde yayınlandı.
Kişisel olarak; izlerken (ya da belki ‘oynarken’ demeliyim) oldukça fazla yorulduğum bölüm tamamen [tooltip tip=”Beyni yoran, çok fazla düşündüren veya şoke eden yapımlara verilen isim”]mind fuck[/tooltip] bir yapıda tasarlanmış. Bölümün ortalarında ‘senaryodaki muhtemel alternatiflerin sayısını minimize edebilmek ve bunun izleyici tarafından fark edilmemesini sağlamak için güzel bir yol seçilmiş’ gibi eleştirel bir fikir edindim. Sanki şıkları işaretledikten sonra “e hani ben yönetiyordum? Kahve ile çay arasında karar vermek mi yani tüm yapmam gereken?” tarzı bir eleştiride bulunmayalım diye kafa karıştırıcı ve yorucu bir senaryo belirlenmiş gibi hissettim ancak Black Mirror’un genel tarzını bildiğimiz için bu konuda serzenişte bulunmak biraz haksızlık sayılabilir. Zira, izlediğimiz bölümün tamamı bizi de içerisine alan ciddi bir ironiydi. Black Mirror’dan A ve B yolu olan basit bir senaryo beklemek de ayrı bir haksızlık olurdu.
Bu bölüm hakkında konuşacak pek bir şey yok, aslında üzerine saatlerce konuşulabilecek bir senaryosu var ancak dikkatleri üzerine interaktif özelliği ile çekmeyi tercih ettikleri için, bizim de konseptimiz teknoloji ve gelecek olduğu için biraz daha bu konuya yönelmek isterim. Black Mirror Bandersnatch, gelecekte bizi ele geçirecek eğlence sektörünün bir fragmanı gibiydi. Bu konudaki ilk denemelerden birisi olmasından dolayı görebileceğimiz noksanlıklar ve [tooltip tip=”ben pek görmedim ama dikkatli gözler mutlaka bir şeyler keşfedecektir”]hatalar[/tooltip] kabul edilebilir ve bunların bile yakın gelecek için ne kadar heyecan verici olduğunu görebiliriz.
Yukarıda, senaryonun alternatif çekimlerin minimize edilmesi için en güzel şekilde kurgulandığından bahsetmiştim. Gerçek oyuncular, set ekibi, çekim hataları gibi insan payı olan ve büyük emek gerektiren detayları unutmamalıyız. İnteraktif oyun kültürü birkaç yıldır oturmuş olsa da sinema sektöründe bunun fazla örneğinin olmamasının en büyük sebeplerinden birisi de bu. İzleyiciye yüzlerce seçenek belirlemek bir sorun değil, yüzlerce alternatif senaryo yazmak da bir sorun değil ancak bu alternatiflerin hepsini çekmek ciddi bir sorun. Black Mirror’ın bugün bize açtığı çerçeveden kafamızı uzatıp biraz geleceğe baktığımda ben bu konuyu yapay zekanın çözebileceğini görüyorum. Bugün bizim için sahte dans videoları, pornografik filmler ve fotoğraflar hazırlayabilen yapay zekanın yakın bir zamanda tek başına film çekebiliyor olması şaşırtıcı olmaz. Bir yapımcı şirketi oyuncular ile anlaşır ve belirli taslakların çekimini yapar. Sonrasında seyircinin seçeceği (ve hatta belki de seyircinin yazacağı) alternatif senaryolar yapay zeka tarafından oluşturularak film devam eder.
Bugün izlediğimiz Black Mirror’ı bir film, dizi veya oyun olarak tanımlayabilir miyiz, üzerine konuşulabilir ancak şu an için bunu bir ‘deneyim’ ve ‘eğlence’ anahtar kelimelerine sığdırabiliriz. Ve bu eğlenceyi, bu deneyimi bir üst seviyeye taşımanın yollarından birisi de muhakkak sanal gerçeklik olacaktır. Bugün izlediğimde bazı noktalarında kendimi filmin içinde hissedebilmiş olsam da birçok tercih hakkımı “şu şıkkı seçeyim de uzamasın”, “şu seçeneği seçeyim de biraz heyecan katsın” bilinciyle yapmış oldum. Sanal gerçekliğe taşınmış ve bizi FPS (1. Şahıs bakış açısı) ile o dünyanın içine çeken bir yapım hikayeyi çok daha fazla benimseyerek ilerletmemizi sağlayacaktır.
Özet olarak; bugün deneyimlediğimiz bu yapım, yakın gelecekte sanal gerçeklik ve yapay zeka gibi teknolojilerin de desteği ile tamamen değişmiş bir eğlence dünyasının basit bir sneak peek’iydi diyebiliriz.