İnsanlığın varoluştan beri sürekli bir yaratıcı araması, kendinden üstün bir güce inanma arzusu ve yaratıcıya aidiyet duygusunun var olduğunu görüyoruz. Önceleri Güneş’e, Ay’a olan inanış, sonraları yerini mitoloji olarak bildiğimiz tanrılara bırakmıştır. İlerleyen dönemlerde farklı topluluklara gelen farklı kitaplar ve elçiler sayesinde birçok değişik dinin de ortaya çıktığını biliyoruz. Farklı dinler sayesinde insan olarak bizler de gruplaşıyor ve birbirimizden ayrışıyoruz. Bilim etrafında toplanmayı deneyebileceğimizi düşündüğümüzde ise birkaç soru ortaya çıkıyor; din mi, bilim mi? Din, bilimi etkiler mi? Bilim, dinden tamamen farklı mıdır? Bu iki unsur birlikte hareket etmeli midir? Geleceğin yanıtını en iyi hangisi verir?
Dan Brown Başlangıç kitabında bu konuya “Bilim ile din rakip değildir. Onlar aynı hikâyeyi anlatmaya çalışan farklı dillerdir. Bu dünyada ikisine de yer var.” şeklinde yaklaşıyor ve yine alt metinde “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusunu soruyor. Benzer soruları mitlerle yanıtlamaya çalışan din ona göre yetersiz geliyor ve ardından hemen daha spesifik bir soruya yöneliyor: “Nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bilimle açıklayabilir miyiz?”
Nereden geldiğimiz ile ilgili farklı teoriler mevcut. Örneğin Darwin’in Evrim Teorisi bunlardan yalnızca birisi. Bu konuda araştırmalar yapan bilim adamları tarafından birçok farklı fikir ortaya atılmışken, nereye gideceğimiz ile ilgili ‘tatmin edici’ bir teori ortaya atılmış değil.
Dini olarak, farklı dinlerin inançlarına göre farklı senaryolar bulunsa da, geleceğimizi bilemiyoruz fakat bilimsel olarak kendi planlarımız mevcut. Her geçen gün gelişen teknoloji ve bilimle gelecekte bizleri nelerin beklediğini tasarlayabiliyoruz. Ortaya çıkan dijital dünya ve teknolojik gelecekle hayatlarımız yeni bir devrimin başlangıcında. Sanal gerçeklikler, otonom teknolojiler, akıllı nesneler geleceğin birer parçası olarak hayatlarımızda yer edinmeye başlamışken, dine oldukça ters olan bir ölümsüz yaşam için çalışmalar yapıyoruz.
Din konusunda kurallar, mitler ve birçok detay oldukça net, bilim konusunda ise gelinen noktadan gidilen noktaya doğru yabana atılmayacak bir detay olarak yapay zekâdan bahsedebiliriz.
Yapay zekâ üzerinde pek çok yazı yazdık. Hepimizin merak ettiği insanımsı robotların gerek üretiminde yaşananlar, gerek kendi dillerini kullanmaya başlamaları, gerekse insanlığı tehditleri fazlasıyla ilgimizi çeken konular. En çok merak ettiğimiz de “Yapay zekâ insanlığın sonunu getirebilir mi?” sorusu. Bunun üzerine biraz düşünülmeli; bilim insanlık için bir son mudur, yoksa başlangıç mı?
Başlangıç kitabından bir alıntı
(Spoiler içermez ancak bu konuda bir hassasiyetiniz varsa bu kısmı atlayabilirsiniz)
I + XI = X
Bir artı on bir eşittir on mu? Hemen, “Yanlış,” dedi.
“Peki bunun doğru olmasının bir yolu var mı sence?”
Ambra başını iki yana salladı. ” Hayır, denklemin kesinlikle yanlış.”
Profesör nazikçe genç kadını elinden tutup kendi bulunduğu tarafa çekti. Ambra işaretlere onun durduğu noktadan bakıyordu.
Denklem baş aşağı olmuştu.
X = IX + I
Ambra şaşkınlık içinde başını kaldırdı. Langdon gülümsüyordu. “On eşittir, dokuz artı bir.”
Bazen başka birinin gerçeğini anlamak için tek yapman gereken bakış açını değiştirmektir.“
Yapay zekânın ilerleyişi, günümüzde, oldukça hızlı. Kitabındaki yapay zekâyı (Winston) bir karakter olarak kabullendirmeyi başarmış olan Brown’a göre de geleceğimizi yönlendirmede yapay zekânın önemi su götürmez bir gerçek. Şimdi bile istediği işte çalışabilen, her türlü bilgiye erişim sağlayabilen, bizimle konuşabilen ve hatta şakalaşabilen yapay zekânın gelecekte nerelere gelebileceğini hiç düşündünüz mü? Bu konuda iki farklı düşünce mevcut. Birincisi; yapay zekâ her konuda insanlığa yardım edecek. Bu makineleri biz, insanlar programlıyoruz ve bizim isteğimiz dışında hareket etmesi kabul edilebilir değil. İkincisi, ve bana daha yakın gelen fikir ise; günümüz koşullarında bile kendi aralarında farklı bir dil geliştiren yapay zekâ insanlığın yavaş yavaş sonunu getirecek. Tabii ki bu fikirlere farklı bakış açılarından bakmakta fayda var.
Zeki, kültürlü, espri yapabilen, duygusuz ama karar verme yetisine sahip olan Winston, bakalım size de Putin‘in kullandığı iki cümleyi hatırlatacak mı?
Putin’le Yandex kurucularından Arkady Volozh arasında geçen konuşmadan:
-“Bizi ne zaman yemeye başlayacaklar?
+Umarım asla. Robotlar ve yapay zekâlar bizden bir şeyleri daha iyi yapan ilk makineler değiller. Kepçe de bizim kürekle kazmamızdan daha iyi iş çıkarıyor ancak bizi yemeye çalışmıyor.
-Onlar düşünmüyorlar.”
Yapay zekâyı üretenler kendilerine ‘yaratıcı’ diyebilirler mi? Ya da tanrıcılığa başlarlar mı? Bunu henüz bilemiyoruz ama her ne kadar materyalizmi de savunsak bilimin henüz açıklayamadığı konular var ve bu konularda direkt dine sığınıyoruz. Bilim her geçen gün ilerleyerek devam etse de biz insanların merak ettiği başka bir konu; ölüm.
“Memento mori,” diye fısıldamıştı. “Ölüm aklından çıkmasın. En büyük güce sahip insanlar için bile hayat kısadır. Ölümü yenmenin tek bir yolu vardır, o da insanın hayatını bir şaheser haline getirmesidir.”
Her konuda bilimden yana da olsak dini bu konuda es geçemiyoruz. Dan Brown’ın kitabını “Evet din vardır ve bir yaratıcıya inanmak, bazı konularda ona sığınmak gereklidir. Düşünmeyi, sorgulamayı bırakmadan, dinimizi de kendimize göre yaşayarak iki inanca da sahip çıkabiliriz.” şeklinde yorumlayabiliriz.
Geleceğe ışık tutabilecek ve yoruma açık olan bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
İleri Okuma: Okuma Günlüğü