2030’dan merhabalar. Şu an gezegenimizde 1.2 milyar daha fazla insan yaşamakta. Bu insanların %70 kadarı hayatını şehirlerde idame ettiriyor. Nüfusun ve şehirde yaşam oranının artması hızlı kentleşme, yalnızlık, yüksek yaşam maliyetleri gibi olumsuzlukları beraberinde getiriyor. Üstelik 1.2 milyar insana daha ev sahipliği yapabilmek için hepimiz her zamankinden daha fazla ev eşyası ve hizmeti paylaşıyoruz ve buna ortak yaşam ismini veriyoruz.
Ortak yaşam dediğimiz bu paylaşım kültürü artık birçoğumuzun hayatı haline geldi. Kavram olarak yeni gibi gelse de, insanlık tarihinde toplumsal yaşam her zaman ortak sorunlara çözüm oldu. Peki daha az alanda daha çok insanla aynı ortamı, aynı hayatı paylaşmak bir zamanlar bireyselciliğin pençesinde olan bizlere tam olarak ne hissettiriyor? Tüm bu düzen nasıl işliyor, yani 2030 tam olarak neye benziyor?
Ortak yaşam, üç veya daha fazla biyolojik bağlantısı olmayan insanın ortak bir konutu paylaştığı bir yaşam tarzını ifade eder.
2030 ve ortak yaşam kültürü
Peki ne oldu da ortak yaşam konsepti yeniden canlandı
Hani tek yaşıyorduk; bireyselleşmiştik, 3 boyutlu yazıcılarımızdan bir şeyler basıyorduk, otonom teslimat sayesinde evden çıkmamıza gerek bile kalmayacaktı, hayat robotikleşirken biz de yalnızlaşacaktık. Ne oldu da biz başında co bulunan kavramlara ihtiyaç duyar olduk?
Şehirlerde yaşayan insan nüfusu giderek artıyor, buna paralel olarak yaşanabilecek alan imkanı azalıyor. Bireyselleşme akımını da eklediğimizde şehir merkezlerindeki dairelerde tek başına yaşayan insan sayısı astronomik rakamlara ulaşıyor. Buna paralel olarak konut fiyatları da arttığı için tek başına yaşayan bir insanın -mesela yeni mezun bir öğrenci- bütçesi bir hayli sarsılıyor. Geçmişte insanların ortak yaşam alanı tercih etmesinin sebepleri daha gelenekseldi. Komşuluk ilişkileri veya aile apartmanları gibi toplumsal temellere dayanırken günümüzde ise bunun tekrar rağbet görmeye başlamasının temel sebebi bizim ve peşimizdeki kuşağın farklı talepleri. Daha iyi bir hayat, daha merkezi, konforlu ve donanımlı evi kovalıyoruz.
Yani, konutun kendisine ve konuta bağlı harcamalara daha az yatırım yapma motivasyonuyla tercih ediyoruz. Birçoğumuz yurtları veya öğrenci evlerini çoktan tecrübe etmiş veya ediyordur. Bir evin masrafı, ortalama bir kazanca sahip bireyler için tek başına karşılanabilir gibi değil. Hem işime yakın olsun, hem hayatın aktığı merkezi yerlere yakın olsun, hem kirası ucuz olsun, hem de kafama göre istediğim eşyalarla döşeyeyim zevkime uygun olsun gibi bir şey yok maalesef, hayat çok pahalı. Bu nedenle büyük şehirlerde ortak paylaşımlı evlere, toplu yaşanan alanlara rağbet gün geçtikçe artıyor.
Peki ortak yaşam için tek sebep maddiyat mı?
Maddiyat çok önemli bir nokta fakat tek sebep bu değil.
Ev satın almak istemeyen veya kiraladığı daire için kontrat yapıp da yaşadığı yere keskin sınırlar içinde bağlı kalmak istemeyen insanlar için de co-living alanlar oldukça makul. İş nedeniyle sürekli seyahat ediyor olabilirsiniz, sürekli farklı şehirleri tecrübe etmek istiyor olabilirsiniz veya tamamen keyfi de olabilir. Kendinizi bir yere ait hissedip orada uzun süreli bir düzen sürdürmek size uygun olmayabilir. Ben de kısa süreli farklı yerlerde yaşayıp yeni şeyler tecrübe etmek, yeni insanlar tanımak yani dinamik bir hayatın çok daha tercih edilebilir olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun için de pek çok şeyden vazgeçmek gerektiğini unutmamak lazım.
Ailenizi, arkadaşlarınızı, sokağınızı, evinizi duygusal olarak bunlarla bağınızı kesip yolunuza devam etmeniz gerekiyor. Aynı zamanda eşya sıkıntısı da var. Oradan oraya taşınırken sürekli nakliye ücretleriyle veya taşınmanın yoruculuğuyla uğraşmak sürekli mekan değiştiren insanlar için büyük bir eziyet haline gelebiliyor. Zaten hazır olan sadece gidip kaldığınız ortak yaşam alanları size bir nevi mülk edinmeme özgürlüğü sunuyor. Yine kendi yaşam alanınızı istediğiniz gibi dizayn edersiniz, fakat beyaz eşya gibi sürekli bir yerden bir yere sürüklemesi zor eşyalar için size büyük bir özgürlük sunuyor. Bu bahsettiğim özellikleri kendinde görüp dinamik bir yaşam tercih edenler için her an ayrılabilecekleri, alıp götürmeleri gereken eşyalara sahip olmadıkları rahat yaşam alanları oldukça iyi alternatifler.
Co-working (ortak çalışma)
Bu co-living dediğimiz sistem aslında bir süredir alışkın olduğumuz başka bir tarza çok benzerlik gösteriyor. Daha önce bu kavramın önümüze en bariz geldiği alan iş ortamıydı, Co-working sistemi 10 yılı aşkın süredir yaygın şekilde tercih edilen bir sistem. Hatta ilk ortaya çıktığı dönem “Co-working yaratıcı işlerin yapıldığı insanların bir arada bulunmasının sinerjiyi arttırdığı ve bunun da verimi arttırdığı start-up’larda olur ancak” gibi bir kanı vardı toplumda. Ama günümüzde Dell, IBM, Microsoft gibi pek çok büyük şirket çalışanlarının refahı için böyle bir yol izlemeyi tercih ediyor.
Denklem oldukça basit: çalışanları hem mutlu etmenin hem de motivasyonlarını körüklemenin ekonomik bir yolu bu sistem. Her işverene hitap eden parlak bir fikir. COVID-19 ile birlikte en parlak günlerini yaşıyor diyebiliriz.
Co-working alanları ihtiyacımız olan her şeye sahip olabilir: bilgisayardır, fotokopi makinesidir, yazıcıdır, gerçi o artık normal yazıcı değildir, 3D-yazıcıdır… Hepsini barındıran ve güvenli internete sahip olan hazır bir ofis. Yani en azından teknik olarak bir insanın ofis ortamında başka neye ihtiyacı olur ki? Ofise geldin, mutfakta kahven hazır, en sevdiğin atıştırmalıklar masana gelmiş, sevdiğin çikolata bilgisayarın önünde duruyor, kargo paketlerin masana bırakılmış… Co-living de bunun faturanın ödendiği, temizlik masraflarının karşılandığı, mobilyanın falan sağlandığı bir başka versiyonu olarak karşımıza geliyor. Nasıl sevdiğimiz insanlarla vakit geçerken yaptığımız şakaların esprilerin bile kalitesi artıyor?
İşte ortak yaşam alanında da benzer fikirleri paylaştığın insanlarla yaşarken bazen birbirinizi geliştiriyor bazen de farklılıklarınızdan ilham alarak yeni fikirler dönüştürüyor, sonuçta işte veya yaşamda pek çok fırsata kapı aralamış oluyorsunuz. Ya benzerliklere tutunuyorsunuz ya da farklılıklardan yeni deneyimler ediniyorsunuz. Her açıdan tam bir win-win hatta win-win-win-win-win sistem diyebiliriz.
Ama şöyle bir gerçek var, küçük toplumlarda bile -kendi ailenizi veya ev arkadaşlarınızı düşünün- insanları memnun etmek oldukça zor. Hepimizin kişiliği, fikirleri, beklentileri farklılık gösteriyor sonuçta.
Peki ne istiyoruz, beraber yaşamaktan ne umuyoruz, neyimizi paylaşıp neyimizi kendimize saklamak istiyoruz?
Artık sadede gelelim mi? Gelelim.
IKEA’nın inovasyon laboratuvarı olan Space10 ve anton & irene ortaklığında gerçekleştirilen OneSharedHouse2030 araştırması 2030 yılında yaşayacağımız şehirlerde birlikte kullanacağımız evlerin nasıl dizayn edilmesi gerektiğine dair fikir edinmek için başlatılmış bir anket çalışması. Bu çalışmayı ilk gördüğümüz günden bu yana öyle bir aşık olduk ki, önce Hasan başka bir platformdaki yazısında bu projeden bahsetti, sonra ben podcast çektim, şimdi Hasan ile birlikte tekrar ele alıyoruz bu konuyu.
Projenin amacı geleceğe yönelik bir alan tasarlarken tasarım kararlarını insanların endişelerine veya isteklerine göre düzenlemek. 21 soruluk anket, bizim bulunduğumuz evden ve birlikte yaşadığımız topluluktan ne gibi beklentilerimiz olduğunu ölçüyor.
Anket sonuçlarına göre insanların büyük çoğunluğunun ortak alanları tercih etme sebebi maddiyattan çok başka insanlarla sosyalleşme isteği. Bu anketi dolduranların yüzde kaçı samimi bilemeyiz ama özellikle Y kuşağı bana bu kaygılardan daha uzak olabileceğini hissettirdi. Bu sistemin benimsenmesindeki en temel nokta şehir merkezlerindeki yaşamın pahalılığı diye düşündürttü. Yani bir sıralama yapacak olsam sosyalleşme isteği 3 veya 4. sırada gelirdi.
Bunun dışında ilgi çeken noktalar olarak, katılımcıların çoğunluğu 4 ila 10 arasında kişiden oluşan küçük topluluklarda yaşamayı tercih etmiş. İnsanların çoğu farklı köken ve yaştaki insanlarla yaşamayı kendilerine yakın olana tercih etmiş. Ayrıca neredeyse hepsi çocuksuz çiftler, bekar erkekler ve bekar kadınlarla yaşamayı tercih etmiş ve ankette popülerliği en az olan ev üyeleri küçük çocuklar ve gençler olmuş. Genel olarak özel bir mutfağa ihtiyaç duyan olmamış ve insanlar daha esnek bir özel alan için ortak mutfağı göze almayı tercih etmiş. Aynı zamanda herhangi bir evcil hayvana (robot dahil) sıcak bakılırken insanları en çok endişelendiren konu ise kişisel gizlilik konusu. Zaten toplu yaşanan alanlarda en büyük sıkıntının bu olduğunu söylemek mümkün.
İnsanlarla neleri paylaşmaya hazırsın?
- Banyo
- Tuvalet
- Araba
- Salon
- Çalışma alanı
- Mutfak
- Akşam yemeği
- Ev ihtiyaçları
- Çocuk bakımı
- Temizlik
- Çamaşır makinesi
- Bahçe
- Yakıt & elektrik
- İnternet
Ankete göre bazı sonuçlar şöyle:
- Kadınlar, erkeklere göre daha fazla şeyi paylaşmaya hazır
- 60 yaş ve üzeri insanlar paylaşıma en açık yaş grubu iken 17 ve altı ise paylaşıma en az gönüllü kesim
- Ankete katılanların sadece %3’ü “hiçbir şey paylaşmak istemiyorum” dedi.
- Tuvalet, insanların en az paylaşmak istedikleri şey.
- İnternet ise paylaşıma en açık şey gibi duruyor.
- Zimbabwe, paylaşıma en açık ülke.
Peki, günümüzde gelişmekte olan yıkıcı teknolojiler (yapay zekâ, sanal gerçeklik, 3d yazıcı ve blockchain) bu co-living konusunda neleri değiştirebilir?
2030, Ortak Yaşam Dünyası: Olası Senaryo
Mesela şu an arabanı paylaşmak istemiyor olabilirsin ancak yapay zekâ sayesinde paylaşımlı otonom araçlar işini bir hayli kolaylaştırabilir. Şu an ev ihtiyaçlarını birlikte satın almak istemiyor olabilirsin (çünkü ödemeler her zaman karışıyor, birbirine borçlu oluyorsun ve geri istemeye utanıyorsun?) ama blockchain ve yapay zekânın ortak çalışması sayesinde ev ihtiyaçlarını takip eden ve satın almaları blockchain ile oldukça verimli bir şekilde kaydeden bir sistem geliştirilmiş olsa, hiç kimse, kimseye bir kuruş bile borçlu olmasa nasıl olurdu? (Yapay zekâ, kimin tuvalet kâğıdını ne kadar kullandığını bile ölçerek ona göre masrafları bölüştürecek desek? Güle güle gizlilik…)
“Modern ortak yaşam 1960’larda Danimarka’da ortaya çıktı. Bodil Graae, 1967’de geleneksel aile biriminin yapısını sorgulayan bir makale yazdı. Bu makaleden ilham alan bir grup aile 1972’de Sættedammen isimli ortak yaşam projesini geliştirdi. Kathryn McCamant ve Charles Durret 1989 yılında yayınladıkları Cohousing: A Contemporary Approach to Housing isimli kitapla Kuzey Amerika’nın danca bofællesskab (“yaşayan topluluk”) terimiyle tanışmasını sağladı. Bugün, Common, Founder House, Krash ve WeLive gibi şirketler, New York’ta paylaşımlı mutfak, banyo ve diğer ortak alanlar ile tamamen mobilyalı daireler sunuyor.” -One Shared House 2030